6 Aralık 2020 Pazar

Tavsiye Kitap: "Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım"

 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım". Prof. Dr. Mehmet Emin Ay'a bu güzel ve faydalı eseri zihin dünyama kazandırdığı için teşekkürü borç bilirim. 

Kitabın isminden de anlayacağınız üzere konu güzel ve ehemmiyeti açısından tartışmasız öncelik isteyen bir konu. Bu yüzden kitabı başta ebeveynler ve ardından tüm eğitimcilere (özellikle okul öncesi öğretmenlerine) tavsiye etmekle sözlerime başlayacağım.

Muhtevası açısından kitaba bakacak olursak detaylara girmeden biraz spoiler vereceğim. Yazarımız, çocuğa din eğitimi vermeden önce çocuğu tanımanın, onun gelişim safhalarını ve bu dönemlerin fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimleri hakkında detaylı bilgiler vermektedir. Örnek verecek olursak 4-6 yaş arası çocuklarda daha çok egosantrik duygular tesir etmektedir. Bu yaştaki çocuğun din ile olan bağı da egosantriktir. Yani dua ederken bile, Allah'ı, tıpkı anne babası gibi isteklerini yerine getiren bir varlık olarak algılamaktadır. Yahut 7 yaşına kadar çocuklarda henüz "vicdan" kavramı yerini bulmamıştır. Bu yüzden de çocuk; doğru yanlış, iyi kötü, ceza mükafat veya cennet cehennem gibi kavramları zihin dünyasında oturtamaz. 7 yaşına kadar vicdan duygusu yerleşmeyen çocuğa "Allah korkusu"nu yoğun bir şekilde vermek son derece yanlış bir güzargahtır. Zira Allah'ı sevmezden önce ona korkuyla bağlanması, kalıcı ve nitelikli bir bağlanma oluşturmaz.

Özetle kitabın ilk yarısı, çocuklara Allah inancı ve dini eğitimi vermeden önce onları tanımanın, pedagojik olarak gelişim psikolojisini göz önünde bulundurmanın önemini vurgular.

Kitapta çocuklara verilen yanlış din eğitimi üzerinde de durulmaktadır. Ebeveynlerin veya aile büyüklerinin bazen iyi niyetle fakat bilinçsizce vermiş oldukları dini eğitim, çocukların ileriki yaşlarda dini kimliklerini oldukça olumsuz etkilediği göz ardı edilmemelidir. Çocuğa, yanlış zamanda ve sınırsızca verilen "Allah korkusu, cehennem azabı" gibi kavramlar, çocuğun ruhunda dine karşı açılan bir kara deliğe dönüşebilir. Çocukların hareketlerini kısıtlamak, yaramazlıklarına son vermek veya onları kontrol altında tutmak, "Allah çarpar, Allah kızar, Allah cezalandırır" şeklinde caydırmaya çalışmak son derece yanlıştır. Allah'ın cezalandırmasından önce O'nun kullarını ne kadar çok sevdiği, merhamet ettiği ve envai çeşit rızıklar sunduğunu öğretmek elzemdir.

Son olarak kitapta Allah'a iman öğretiminde temel prensiplerden bahsedilmiştir.
Bu prensipler:
1) Allah sevgisini esas alın. (Sevmediğiniz, korktuğunuz bir varlık ile olan bağınız sağlam değildir. İlk fırsatta, zayıflıkta kopabilir. Severseniz, bağlanırsınız. Sevginiz samimi olursa, bağınız da sağlam olur.

2) Müsamahalı ve Hoşgörülü olun. (Burada bir parantez açma gereği duyuyorum. Çocuklar yaşları ve zihinsel gelişimlerinin seyrine göre bazen Allah veya dini konular ile ilgili sorular sorabilirler. Hatta bazen bu sorular dinen uygun olmayabilir veya yetişkinlerin hoşuna gitmeyebilir. Bu noktada onların çocuk olduğunu ve iyi niyetle öğrenmek maksadıyla sorduğunu göz önünde bulundurup hoşgörülü bir şekilde cevaplamak gerekmektedir.

3)Tedrîcîlik esasına özen gösterin. ( Özellikle dualar konusunda bu ilkeye uymak gerekmektedir.)

4)Yer ve Zaman faktörlerini dikkate alın. ( Bayramlarda, cuma günlerinde ve özel dini günlerde çocuklara ilginiz, sevginiz iki kat daha artmalı. Onlara İslamı sevdirmenin en güzel yollarindan biri de bu özel günlerde dini nitelikli hediyeler almaktır. Ayrıca dini mabedleri de birlikte ziyaret edip güzel anılar biriktirmelerine yardımcı olmak gerekiyor.)

5) İdeal şahsiyetleri örnek gösterin. (Özellikle Peygamberlerin kıssalarını onlara anlatıp, zihinlerinde bir rol model oluşturmalarına izin vermek gerekiyor.)

6) Çocuğunuzun Gönlüne Hitap Edin. (Özellikle egosantrik duyguların yoğun olduğu dönemlerde "dua"yı kendileri için bir sığınak olarak görmelerine müsaade edin.

7) Çocuğunuzun dikkatini etrafındaki eşya ve olaylara yöneltin. (Burası çok önemli. Kâinatı keşfetmeye kendi çevresinden başlıyor çocuk. Evlerinin önündeki elma ağacına, sokak kedilerine, süt veren ineğe, yağmur getiren buluta, geceyi aydınlatan ay'a, ısıtan güneşe vs bakarak bütün bu faydalandığı şeyleri, onun faydalanması için birinin yarattığını, onun da Allah olduğunu söylemekte hicbir yanlış görmüyoruz.)

Zihninize bir iyilik yapıp kitabı okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar efendim.

Kübra Karateke


23 Temmuz 2020 Perşembe

TAVSİYE KİTAP: "YENGEÇ KİTAP"

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap: "Yengeç Kitap 'Çocukları Kötü Yetiştirmenin Yolları' ". İsminden de anlayacağımız üzere ezber bozacak nitelikte çocuk eğitimi üzerine yazılmış bir kitap. Kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmadan önce kesinlikle bütün ebeveynlere, ebeveyn adaylarına ve eğitimcilere kitabı tavsiye ediyorum. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Hatta okumazsanız gönlünüz/zihniniz rahatsız olabilir.

Kitapta alışılmışın biraz dışına çıkacak şekilde çocuk eğitimine ilişkin ipuçları verilmektedir. Yazar, nasıl kötü, yalancı, duygusuz, cimri, dedikoducu, tembel, korkak, vasıfsız vs. çocuklar yetiştirebilirizi anlatmakla kalmıyor hayatın içinden çok bilindik, sıklıkla gördüğümüz örnek olaylardan da bahsediyor. Bizlere masum ve zararsız gibi görünen  şeyler, çocuk eğitiminde dönüm noktası olabilecek nitelikte önem arz edebilir. Bunun açık ve anlaşılır örneklerine kitapta çok sık rastlayacaksınız.

Yine en önemli konulardan biri de ki kitabın ana felsefesidir; Çocuk yetiştirmek istiyorsak öncelikle işe kendimizden başlamalıyız. Zira çocukları sözlerimizle değil, davranışlarımızla eğitiyoruz. Çocuğunuzun nasıl bir karaktere sahip olmasını istiyorsanız bunu öncelikle siz kendinizde bulundurmalısınız. "Armut dibine düşer" atasözünü yerinde kullanmak isteriz.

Unutulmamalıdır ki çocukların hafızalarında kalıcı olarak iz bırakan şeyler söylemleriniz değil, eylemlerinizdir. Sevgili ebeveynler, "Şunu yap!" ,"Yalan söyleme!" , "Kitap oku!", "Yemek seçme!" , "Sigara içme!", "Telefonu, bilgisayarı kapat artık!" gibi samimiyetsiz ve hiçbir eğitici yönü olmayan vasıfsız cümleler kurmak yerine, "Telefonları bırakalım da birlikte kitap okuyalım" gibi örnek, rol model kokan cümleler ve eylemler ile çocuklarımızın hayatlarına kaliteli dokunuşlar yapalım derim.
Siz değişirseniz onlar da istediğiniz yönde değişir. Görmek istediğiniz değişim için, kendinizden başlamayı unutmayın.

Not: Beni bu kitapla buluşturan, kitabı bana tavsiye eden kaliteli okura buradan teşekkür ediyor, keyifli okumalar diliyorum.😌


2 Nisan 2020 Perşembe

Tavsiye Film : " ARKADAŞIMIN EVİ NEREDE?"

 1987, İran yapımı bir film.  Filmden, biraz spoiler barındıracak şekilde bahsetmek isterim.

 🌼İran'da bir köy okulunda iki farklı köyden olan iki çocuk sıra arkadaşıdır. Öğrencilerinin ödevlerini defterlerine yapmaları konusunda hassas olan öğretmenin, Muhammed Rıza'yı, ödevini defterine yapması konusunda son uyarısı ile başlıyor film.

🌼 Ahmet,  yanlışlıkla Muhammed Rıza'nın defterini de kendi çantasına koyduğunu eve gelip ödevini yapmak için çantasına baktığında fark eder. Annesine defalarca durumu izah edip, diğer köye gidip Muhammed Rıza'ya defterini vermesi gerektiğini söylese de annesi onun ne demek istediğini anlamadan azarlar. Güç bela anladığında da diğer köye, arkadaşının defterini vermeye gitmesi için Ahmet'e izin vermez.

🌼 Ahmet bir yolunu bulup, hiç bilmediği diğer köye yani Muhammed Rıza'nın köyüne defteri götürmeye gider. İki defa iki köy arasında koşturup hiç bıkmadan doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapar. 

🌼Filmi izlerken düşündüm de; arkadaşlığı, dostluğu, fedakârlığı, merhameti ve sevgiyi çocuklara öğretmek yerine bunları onlardan öğrenmeliyiz. Böylesi daha gerçekçi.

🌼Filmde dikkatimi çeken çok önemli iki sahneyi belirtmek isterim. Kapitalist düzenin getirmiş olduğu yenilikler, köyleri es geçmemiş ve köydeki ev haneleri artık tahta kapı, pencere yerine demir kapı ve pencere yaptırıyorlar.

🌼Demir kapı yapan adam, Ahmet'in elinde duran ve arkadaşının olan defteri ondan zorla alıp içinden bir yaprak kopartıyor.

 🌼Tahta kapı yapan yaşlı adam ise Ahmet'in, Muhammed Rıza'yı bulmasına yardımcı oluyor. Ve arkadaşının defterinin arasına bırakması için ona bir çiçek veriyor.

🌼Biri demir kapılar yaparak hânelerin daha güvenli olacağını söylerken, izinsiz bir çocuğun defterinden yaprak kopartabiliyor. Bir diğeri ise sert rüzgârlarla açılabilen tahtadan kapılar yaparken, bir çocuğun defterinin arasına çiçek bırakıyor.

🌼 Şimdi sorum şu: Hangi kapı insanı daha iyi korur?


31 Mart 2020 Salı

TAVSİYE FİLM: THE PLATFORM

"Üç tür insan vardır.
Yukarıdakiler.
Aşağıdakiler
Ve düşenler..."

  Böyle başlıyor "The Platform" filmi. İzlerken her dakikası insan ruhu için ders alınması gereken ibretlik anlar gibi duruyor. Film hakkında biraz spoiler barındıracak şekilde konuşmak isterim.

  "Delik" denilen ve 303 kat olan bir platformda insanları 2'şer grupar hâlinde tutan bir sistem ve her gün sadece bir kez yukarıdan aşağıya doğru bir platform üzerinde gelen çeşit çeşit yemekler.. Her katta belli bir süre duran bu yemek platformu ne yazık ki insanın gözünü doyurmaya yetecek kadar yemek barındırmıyor. Ve maalesef daha platformu yarılamadan sofra boşalıyor. Ve aşağı katlarda olan insanlar, yukarıdakilerin aç gözlülüğü yüzünden ölüyor, öldürüyorlar. Filmde, gerçek hayatta da bizi düşündürmesi gereken şu replik geçiyor:

  "-Herkes sadece ihtiyacı olanı yeseydi en alt katlara kadar inerdi."

  Zihin merceklerimizi The Platform'un üzerinden çekip biraz da gerçek dünyamıza bakacak olursak, doğada bütün insanlara yetecek kadar rızık var. Sadece birilerinin aç gözlülüğü, alt katlara da yiyeceğin ulaşmasını engelliyor.

  Yu Hua, "Yaşamak" adlı kitabında şöyle der: "Eğer hepimiz birer lokma az yersek, onu da doyurabiliriz."


  Aç gözlü olmak, sınırlı kapasitede yemek alan aciz bedenimize zarar verip bir de "insanlığımızı" elimizden alır.
Başka neyimiz kalır ki?


 
  Kur'an'da, insanoğlunun elindekini paylaşmayarak; "insanlığını" kaybetmesinin önüne geçmek için birçok uyarı yer almaktadır.
Onlardan biri de Ali İmran Sûresi 92. ayettir:


" (Size gelince ey müminler,) kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız; ve her ne harcarsanız kuşkusuz, Allah ondan tamamiyle haberdardır."  (Ali İmran- 92)


22 Mart 2020 Pazar

Tavsiye Kitap: Veronika Ölmek İstiyor

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "Veronika Ölmek İstiyor". Paulo Coelho'nun okuduğum ikinci kitabı. İlk okuduğum ve üzerinden çok uzun zaman geçtiği için tekrar okuyacağım kitabı "Simyacı". Kitap hakkında spoiler verecek şekilde biraz konuşmak isterim.

  Veronika, 24 yaşında hayatının baharında intihar girişiminde bulunan ve daha sonra da yoğun bir çaba sonucunda kurtarılan genç bir kız. Kurtarıldıktan sonra bulunduğu kentin akıl hastanesi olan Villete'e gözlem altında tutulur. Bu sırada Doktor Igor , yeni bir tez üzerinde çalışmaktadır ve insanların yaşamda duydukları acılarla baş edebilmenin tek yolunun, "yaşam" ve "ölüm" bilincine sahip olabilmeleri kanaatindedir. İntihar etmiş bir insanın başarısız girişimin ardından tekrar intihar etmesi oldukça sık görülen bir durumdur. Bu nedenle Dr. Igor, Veronika'yı üzerinde çalıştığı tez ile iyileştirmek istemiştir. Böylece Veronika'ya intihar girisiminden sonra kalbinin çok kötü durumda olduğunu ve en fazla 1 hafta ömrünün kaldığını söyler. Dr. Igor'a göre: "Ölüm bilinci bizi daha yoğun yaşamaya yöneltir." Gerçekten de öyle oluyor. Bu deney sonucunda hem Veronika hem de diğer hastalar kendi yaşamlarını sorguluyor ve ölüm bilinci, yaşama bilincini de tetikliyor. Bu deney sayesinde akıl hastanesindeki herkes yaşamını sorgulamaya başlıyor.

  Kitaptan biraz uzaklaşıp zihin merceklerimizi kendimize tutalım. Yaşamı ve onun ayrılmaz bir parçası, ikiz kardeşi olan ölümü düşünelim. Yaşama gözlerimizi açtığımız andan itibaren saatlerimiz ölüme ayarlanıyor. Ve şairin de dediği gibi: "Ölüm, hepimiz senin için yaşıyoruz." Öyle ya da böyle bir gün ölümümüze ayarlanan saatimiz çalacak. Bu kaçınılmaz bir gerçek. Şöyle bir düşünecek olursak önemli olan yolu bitirmek değildir. Zira yol muhakkak bitiyor. Mühim olan yolu nasıl bitirdiğimiz değil midir? "Nasıl?" bilincinin oluşabilmesi için de insan "yaşamının anlamını" keşfetmek durumundadır. Ne için yaşadığının bir önemi yoksa "nasıl?" bilinci de oluşmaz. Nasıl bilinci oluşmazsa, tıpkı Veronika gibi ölüme ayarlanmış olan saatini beklemeden yaşamına son verebilir insan.

  Tabiat, Güneş, gezegenler, hayvan ve insanlara yaşam ağında bir görev biçilmiştir. Her şey kendi yapısına uygun işler yaparak bu devasa yaşam ağında bir anlam kazanır. İnsan da kendi yaşamının anlamını, yaşama ve ölüm bilincini düşünüp, keşfetmeli. Herkesin ölüm saati çalmadan yaşamının anlamını bulup, kendi yapısına uygun işler yapabilmesi temennisiyle. Kitabı tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar 😊

19 Mart 2020 Perşembe

TAVSİYE KİTAP : MOMO

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, MOMO. Bir çocuk masal-romanı gibi dursa da aslında biz yetişkinlerin de okuyup üzerinde düşünmesi lazım gelen bir serüven. Zira zamanı kullanma konusunda sınıfta kalan biz yetişkinleri, bu konuda biraz düşünmeye teşvik ediyor. Benim de kitabın sayfaları arasında seyir alırken sık sık durup düşünme, sorgulama fırsatım oldu tabii. Kitap hakkında spoiler vermeyeceğim herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Fakat kitabı okurken "zaman" konusunda zihnimi meşgul eden birkaç noktaya soru sorarak değinmek isterim:


 ⏳ Sadece bize ait olan ve biz istemedikçe kimsenin (yaratılanlar) bizden alamayacağı bir mücevher olan "zamanımızı" istediğimiz gibi kullanabiliyor muyuz?

⏳Zamandan tasarruf edelim derken vicdan, değerler ve nitelikten mi kısıyoruz?

⏳ Biz mi zamanımızı yönetiyoruz yoksa zaman mı bizi yönetiyor?

 ⏳Zamanımızı anlamlı, verimli ve hissederek kullanabiliyor muyuz?

 ⏳ Zamandan tasarruf edelim derken acaba hayatı ıskalıyor ve biraz hızlı mı yaşıyoruz?

 ⏳ Zaman ayırdığımız şeyler gerçekten de bizim için faydalı mı?


 ⏳ Zaman sahibi olmanın bilincinde miyiz? Çünkü bu zaman bir gün son bulacak. Zaman çizelgemiz sona yaklaşmadan, onun önemini kavrayabilecek bilinç, cesaret ve feraset diliyorum.


22 Şubat 2020 Cumartesi

TAVSİYE KİTAP: İDEAL ÖĞRETMEN / GRIGORY PETROV

  Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "İdeal Öğretmen"..
"Beyaz Zambaklar Ülkesinde" kitabıyla zihin dünyamda zaten yer edinmiş olan Grigory Petrov'un yazdığı bu kitapta gerçek bir hikâyeyi farklı boyutlarda ele alışına tanık olacaksınız. Kısa ama muhtevası derin bir kitap. Spoiler içerecek şekilde biraz kitaptan bahsetmek isterim.

  Kitapta, Moskova Üniversitesi'nde Matematik Profesörü olan ve bir gün beklenmedik bir şekilde görevinden istifa edip kendi köyündeki ilkokulda öğretmenlik yapacağı kararını veren S. A. Raçinski'nin şaşırtıcı, idealist ve kararlı yaşamı anlatılmaktadır. Meslektaşlarının ve yakın çevresinin tüm ısrarına rağmen Raçinski, bu kararından vazgeçmiyor ve bunu yerine getiriyor. Onun böyle bir karar almasının altında yatan sebepleri kendi ağzından aktarmak daha yerinde olacaktır: 

"Beyler! Hata ediyorsunuz! Ben sizin sandığınız gibi, engin bilgilerimi ve büyük yeteneğimi fırlatıp uçuruma atmaya gitmiyorum. Ben bu bilgilerimle halkın arasında gizli kalmış yeni yetenekleri keşfetmeye, onları bulup çıkarmaya gidiyorum. Hepiniz çok iyi bilirsiniz ki, toprağın altından petrol çıkarmak isteyenler, yeryüzünü delerler. Bazen de bu işi yaparken çok derinlere kadar inerler. Bu amaç uğrunda çok paralar, çok emekler harcarlar... İşte ben bugün, milletin ruhunun derinliklerinde binlerce yıllardan beri gizli kalmış olan büyük yetenekleri bulup ortaya çıkarmak için köylere gidiyorum."

  Raçinski gerçekten de söylediği gibi yapıyor ve gittiği bu köy okulunda keşfedilmeyi bekleyen bir sürü işlenmemiş maden buluyor. Bu çocukların yeteneklerini erken yaşta keşfedip onları doğru bir şekilde yönlendirerek topluma çok büyük değerler, önemli şahsiyetler yetiştiriyor. Tabanı eğitimsiz kalan her bir yapının önünde sonunda bozulup çürüyeceğini ön gören bu öğretmen, tavandan tabana inerek, inşa edilmesi gereken her ne varsa "eğitim" temelinin üzerine inşasını zihinlere bir güzel fısıldıyor. Bildiklerini teoride bırakmıyor. Aktif bir şekilde bizzat kendisi uygulayarak  başta kendi ideallerinin  sonra da birçok insanın kahramanı oluyor. 

  Kitabı öncelikle bütün eğitimci arkadaşlarıma tavsiye ediyor sonra da Raçinski'nin hikâyesini merak eden herkesin bir göz atmasını öneriyorum. 

Keyifli okumalar 😊


30 Ocak 2020 Perşembe

Tavsiye Kitap: Beş Sevgi Dili / Gary Chapman

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "Beş Sevgi Dili" / Gary Chapman. Bazı kitaplar vardır hayat kurtarır. Maslow'un "ihtiyaçlar hiyerarşisindeki" temel (fizyolojik) ihtiyaçları karşılayan ekmek gibi, su gibidir...  Bu kitabı da öyle tanımlayabilirim. Soluksuz bir şekilde hiç ara vermeden okuyabileceğiniz nitelikte bir eser. Böyle bir tohumu zihin dünyamıza eken Dr. Gary Chapman'a hayat boyu müteşekkir olacağımı düşünüyorum. Zira muhtevasının ehemmiyetiyle kitap hâlâ zihnimin her bir köşesini meşgul ediyor.

Kitap, insanlarda belirgin olarak beş sevgi dilinin olduğundan bahseder. Bu sevgi dillerinin baskınlık ölçüsü her insanda farklıdır. Peki nedir bu beş sevgi dili?

1) Onaylayıcı Sözler
2) Kaliteli Zaman
3) Hediye Alma
4) Hizmet Eylemleri
5) Fiziksel Temas

Bu beş sevgi dili de her insanda mevcuttur. Ama içlerinden bir veya iki tanesi  daha baskındır. Doğal olarak kendimizde baskın olan sevgi dilimizle bize yaklaşıldıkça sevildiğimizi anlayabiliriz. Böylece sevgi depolarımız dolup taşar. Belki de sorun sevilmiyor oluşmuzda değil, yanlış sevgi diliyle sevildiğimizdedir. Ne dersiniz??

 Birincil baskın sevgi dillerinin yanı sıra eşlerinin, çocuklarının veya dostlarının birincil sevgi dilleriyle onlara sevgilerini gösterebilmek için her insanın ikinci bir sevgi dilini öğrenmesi gerekmektedir. Eğer kendi birincil sevgi dili dışında karşıdaki insanın baskın sevgi dilini de öğrenmeyi seçerse, "SENİ SENİN DİLİNDE SEVİYORUM. SENİN İÇİN BANA YABANCI BİR DİL GİBİ GÖRÜNEN SENİN SEVGİ DİLİNİ ÖĞRENİYORUM." demek istemiştir. İşte burada da o meşhur sözü alıntılamak isterim "Sevgi emekti.."

Birini sevmek, sevgini ona göstermek tıpkı yabancı bir dil öğrenmek gibiymiş. Öyle anlatıyor kitabında Dr. Chapman. Bu çok zahmetli ve yorucu olabilir. Olmalıdır da. Çünkü gerçekten sevgi emek ister, zaman ister, fedakârlık ister, su ister, güneş ister, ilgi ister. İşte o zaman ektiğiniz sevgi tohumları büyüyüp bir ağaç olduğunda gölgesinde serinleyebilirsiniz. Mevsimler geçse de ağaç yapraklarını dökse de tekrar dirilecek ve yeşerecektir. Sonuç olarak o ağaç hep orda sırtınızı yasladığınız yerde duracaktır. Bu yüzden sevgiye emek ve zaman harcayın. "Aşık olmak" gibi illüzyonlara takılıp sevgi depolarınızı boş bırakmayın.

Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum.  Evli olup mutlu bir yuvaya sahip olanlar mutluluklarına mutluluk katabilirler. Veya evliliğinin artık çıkmaz sokakta olduğunu düşünenlere bir umut niteliğinde ışık  da tutabilir. Yahut henüz evlenmemiş ve evleneceği insanı seçme aşamasında olan herkese tavsiye ediyorum. Hatta durun! Sevmek ve sevilmek için bir adım atmak isteyen herkese sevgi dilini tavsiye ediyorum.  
Keyifli Okumalar

Kübra Değirmenci

5 Ocak 2020 Pazar

TAVSİYE KİTAP: İNSAN İNSANA / DOĞAN CÜCELOĞLU

Vee 2020'de bitirdiğim ilk kitap:
 "İnsan İnsana". Doğan Cüceloğlu'nun kaleminden düşen bu güzel eseri zihin tarlama ektiğim için oldukça verimli bir hasat zamanı geçireceğimin tahayyülü içerisindeyim.
 ➡İnsan'ın insancıl (eşit, anlaşılır, doğal, çözümleyici, adil, özgür) bir şekilde iletişim becerilerini geliştirmesi üzerine kaleme alınmış bu kitabın içeriğinden bahsetmeden önce "neden bu kitabı okumalıyız?" sorusuna kitabın yazarından bir alıntı ile cevap vermek istiyorum: "Bir insanın ilişkilerinin niteliği, o insanın yaşamının kalitesini belirler. İlişki sorunları, gerçekte iletişim yani düşünce alışverişi sorunlarıdır ve yaşamın değişik yönlerinde kendini gösterir."(syf:14)  Bu cümleye, kulak asmamak yerine kulak vermeyi denemekte oldukça fayda görüyorum. Çünkü bir insan, dünyaya gözlerini açtığı ilk andan itibaren devasa bir iletişim ağına düşmüştür. Ve doğumuyla beraber artık iletişim kaçınılmaz bir şeydir. Birey önce kendisiyle sağlıklı bir iletişim kurabilmelidir. Kendisini tam anlamıyla tanıyıp, kendisine dönük olan bakışını hem öznel hem de nesnel bir zeminde inceleyip kendisini değerlendirebilmelidir. Bu sayede benlik bilincini kazanmış bireyler kendilerini tanıdıkça, ne istediğini bildikçe kendinden emin bir şekilde harekete geçer ve isteklerini net bir zemine oturtabilir. Bu kitapta; iletişim kuran kişilerin kendi bildiğini, bildiği üslupla dile getirmesinden doğan "iletişim kazaları"nın nedenlerine dönük incelemeler yapılmıştır. İnsan insana'dan kasıt da sanıyorum ki, İletisime geçtiğimiz her insanla(anne-baba, çocuk, eş, arkadaş, patron, işçi, politikacı, vatandaş, memur vs.) her anlamda eşit, saygın, adil, özgür birer insan olarak etkileşim kurmamızdır.
 ➡İletişimde 3 tür yaklaşımdan bahseder yazar. Bunlar; Kabullenme, Reddetme ve Umursamama. Üçüncüsünün yani Umursamama'nın verdiği hasar en kötüsüdür. Çünkü kabul ve red, karşıdakinin bir insan olarak varlığını kabul ettiğinin göstergesidir. "Seni sevmiyorum veya senden nefret ediyorum" (reddetme) cümlelerinin vermiş olduğu yıkım ile; cevap vermemek, görmezden gelmek, konuyu değiştirmek (umursamamak) gibi yaklaşımların vermiş olduğu yıkım bir olamaz. Çünkü ikincisi yani umursanmamak, yok sayılmak, muhatabın nezdinde yok sayılmak daha büyük hasar bırakır insanın benliğine.

Yine kitapta ilgi merceğimi üzerine çeken şöyle bir tanımlama yapılmıştır: "Kaynak birimin gönderdiği mesajla, hedef birimin aldığı mesaj arasında bir fark varsa, bu farka "gürültü"adı verilir."(syf:78)
Ardından 3 tür gürültü olduğundan bahseder Doğan hoca. Bunlar; 
1)Fiziksel Gürültü: Çevredeki gürültüden  ötürü karşıdakini duymamak.
2)Nörofizyolojik Gürültü: İşitme bozukluğundan kaynaklanan bir tür gürültü.
3)Psikolojik Gürültü: Bu da insanın o an içinde bulunduğu duygu durumu, tutum, düşünce, yaşayış, kültür, değerlerin; karşıdakinin söylediklerinin olduğu gibi anlaşılmasına engel olduğu veya başka anlaşılmasına yol açtığı gürültü türüdür. Bu en tehlikeli gürültüdür. "İletişim kazaları"nın çoğunun mesnedi psikolojik gürültüdür. Biraz etrafımıza bakacak olursak ne çok psikolojik gürültü var değil mi?

Yine bana göre kitapta dünyanın en değerli hazinelerinden daha değerli bir bilgi yer alır o da 'aktif dinleme'dir. Şöyle bahsi geçer: "Geri-iletim kullanarak dinlemenin, anlamaya o denli büyük katkısı vardır ki, bu tür davranışa, iletişim uzmanları bir terim bulmuşlardır: aktif dinleme."(syf:184) devamında aktif dinlemenin en önemli faydasından bahseder: "Bu yararlardan en büyüğü, kişinin yüzeysel ilişkiler yerine, daha derin ve doyurucu ilişkiler kurabilme olasılığının artmış olmasıdır."(syf:184)

 ➡Kitabı okurken sonlara doğru geldiğimde bir bölüm var ki okumakta güçlük çektim. İçimde bir yerler sızladı ve sanki bir kor ateş içinize düşer de boğazınız düğümlendiği için onun dumanını dışarıya akıtamazsınız. Beni bu denli üzen şey; hakikatlerdir. Okurken rahatsız olduğum bölüm; "Özgürlükçü Çağdaş Anlayış" ile "Geleneksel Otoriter Kültürü"nün baskın gelen bazı temel boyutlarının karşılaştırıldığı kısım. Rahatsız olmamın sebebi Doğan hocanın tespitlerinin yanlış veya asılsız olduğunu düşünmem değil. Bilakis tespitlerin doğru oluşundan ötürü İslam dini adına üzüldüm. Geleneksel Otoriter Kültürünün, kendi ideolojilerinin, kendi kültürlerinin, kendi istek ve arzularının mesnedi olarak "İslam Dini"ni seçmeleri, bu dine yapılabilecek en kötü şeydir. Ne söylemek istediğimde buluşmamız gerekirse: Arap kültürü veya İslam'ın uğradığı her coğrafyadaki kültürleri toplayıp kendi içinde sentezlemek, Allah'ın indirmiş olduğu saf, katıksız İslam dini demek değildir. Maalesef geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanlar, kendi düşünce dünyalarının meşruluğunu göstermek için dini(sadece islam dininde değil bütün dinlerde), düşüncelerine mesned olarak görmek için ilk hâlinden saptırıp yozlaştırabilmişlerdir.
Aliya İzzet Begoviç'in sloganı ile kitap kritiğimi bitirmek isterim: "Hedefimiz, Müslümanların İslamlaşması."
Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

Kübra Değirmenci

29 Aralık 2019 Pazar

Tavsiye Film: The Color Of Paradise /Cennetin Rengi


➡1999 İran yapımı film, doğuştan kör olan Muhammed adlı bir çocuğun, okul çağında çocukluğunun en güzel en masum yıllarında karşılaştığı problemleri konu alıyor. Sanılanın aksine, Muhammed gözleri görmediği için yaşam karşısında güçlük çekmiyor. O gayet başarılı bir öğrenci ve yeri geldiğinde de her duruma adepte olabilecek kadar güçlü, yetenekli ve merhametli bir çocuk. Muhammed'in tek engeli, gözleri görmediği için önüne çıkan "insan" engelidir. 

➡Muhammed'e gözleri görmüyor diye değil, görme engelinden ötürü kendisinden utanan bir babaya sahip olduğu için "engeli var" diyebiliriz. Şu soruyu herkesin vicdanına sormasını temenni ediyorum:
 Normal(!) birer insan olmadıkları, farklılıklara (zihinsel veya bedensel) sahip oldukları için insanların; kendilerine, yeteneklerine, düşüncelerine odaklanmayı bırakıp merceklerimizi "farklılığa" tuttuğumuz için bir "engel" yaratmış olmuyor muyuz? 

➡Filmin bana göre en can alıcı sahnesi, Muhammed'in kendisi gibi kör olan marangoz ustasının yanına zorla verildiğinde onunla yaptığı şu diyalog:
 "Allah'ı bulana kadar ellerimle her yere  dokunacağım. Ve bulduğumda da, kalbimin bütün sırları dahil, her şeyi anlatacağım."
Keyifli Seyirler

Kübra Değirmenci


Tavsiye Kitap: İnsanın Anlam Arayışı / Viktor E. Frankl

➡Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap: İnsanın Anlam Arayışı / Viktor E. Frankl . Kitabın oldukça zengin bir içeriğe sahip olduğu hususunda zihninizde en ufak bir şüphe kırıntısı kalmamasını isterim. Kitap 3 bölümden oluşmaktadır. İlk bölümü yazarın, İkinci Dünya savaşı sırasında Nazi Ölümcül Toplama kamplarından biri olan  Auschwitz'de (1940 yılında Polonya'da inşa edilen ve çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu 4 milyondan fazla insanın imha edildiği ünlü Nazi toplama kampı.) geçirdiği tutsaklık yıllarını anlattığı otobiyografini içermektedir. Psikiyatrist Dr. Frankl'ın; insan onurunu ayaklar altına alan bir aşağılanma, gaddar SS gardiyanları, acımasız kapolar (özel ayrıcalıklara sahip tutsaklar), gaz odaları, krematoryumlar (ölü yakma odaları), katliamlar, açlık, hastalıklar, salgınlar, soğuk hava şartları ve çok ağır işlerde çalıştırılmak gibi sayısız zorluk ve acıyla geçen kamp günlerini okudukça ve bunların birer kurgu olmayıp gerçekten yaşanmış olduğu gerçeğini hatırladıkça, "vicdan kırıntısı da mı yok?" sorusunu sık sık kendinize soracaksınızdır. Peki Dr. Frankl bu kadar acı ile yoğrulmuş ve acı çekmek kavramının anlamından utandırıldığı günlerini neden bizlere anlatıyor? O hâlde kendisinden cevabı öğrenelim:
"İstediğim tek şey somut bir örnek yoluyla okura, yaşamın, her durumda, hatta en acınası durumlarda bile potansiyel bir anlam taşıdığını anlatabilmekti." (Syf, 14)
Evet Dr. Frankl'a göre acıya rağmen, hatta acıyı bir yaratıcılıkla işleyip insan yaşamına bir anlam katabilir. Tecrübeleri ile; acıya, işkenceye, açlığa ve daha bir çok onur kırıcı şeylere rağmen yine de insanın, onurunu koruyabileceğini savunur yazar. Bunu da şöyle bir alıntısıyla dile getirelim: "İnsan, onurunu bir toplama kampında bile koruyabilir. Dostoyevski bir keresinde şöyle demişti: 'Beni korkutan tek bir şey var: Acılarıma değmemek!' "
Acıların, insanı değerli kıldığı düşüncesi bile bir anlam taşıyor insan yaşamına. Sevgi, bizi bekleyen insanlar, yarım kalmış işler, tamamlanmamış düşüncelerimiz, ailemiz, bize ihtiyaç duyan insan ve dünya.. bunun gibi birçok şeyi düşünerek nazi kampında intiharı düşünmeyen ve hayatta kalmaya çalışan insanların hayatlarındaki anlamlarıdır. Kitap boyunca yazar, insanı asıl intihara sürükleyen şeyin nazi kampı değil, hayatında bir anlamı, hedefi olmamasıdır diye düşündürüyor. Nietzsche'den bir alıntıyla bunu destekliyor da: "Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl'a katlanabilir." Bu söz üzerinde günümüz insanın da durup bir düşünmesi gerekmektedir. Bir nazi toplama kampında olmamamıza rağmen en ufak bir zorlukta, acı karşısında hemen yelkenleri suya indirip akıntıya teslim oluyoruz ve "ölmek istiyorum" cümlesini dilimizden düşürmeyerek şımarık bir organizmaya dönüşüyoruz. Unutmamak gerekir ki; insanı intihar eşiğine getiren acı değildir, amaçsızlıktır.

➡İkinci bölümde Dr. Frankl kendi geliştirdiği "Logoterapi" yöntemi hakkında oldukça açık, anlaşılır bir üslupla teknik bilgi verip okuyucuyu sıkmamak adına örneklerle de açıklamıştır.

➡Üçüncü bölümde ise zorluklarla, hastalıklarla veya fobilerle başaçıkabilmenin yollarından biri olan "Trajik bir iyimserlik" kavramından bahseder. Bunu da şöyle bir alıntıyla özetlemek isterim:"Yani trajedi karşısında ve olabilecek en iyi insan potansiyeli açısından iyimserlik, her zaman için,
(1) acıyı bir insan başarısına dönüştürmeye
(2) suçluluk hisseden kişinin, kendisini daha iyiye yönelik olarak değiştirme fırsatını kazanmasına ve
(3) yaşamın geçiciliğinden, sorumlu bir tavır almaya yönelik girişim gücü kazanılmasına olanak vermektedir."

Dr. Frankl'ın acı tecrübelerle dolu bu eserini, modern çağın büyüttüğü ve yeni aldığı son model telefonu bozulunca dünyalara küsen, sosyal medyada takipçisi azaldı diye depresyona giren, fenomenlik uğruna çocuklarını kullanıp olamayınca da yıkım yaşayan, derslerinde istediği başarıyı yakalayamadığı için çocuğuna psikolojik şiddet uygulayan,
en küçük bir esinti karşısında yürüyemeyip olduğu yere çakılan bizlerin; bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum. 
Keyifli Okumalar.

Kübra Değirmenci

17 Aralık 2019 Salı

Tavsiye Kitap: İnsanın Dört Zindanı / Ali Şeriati

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap, "İnsanın Dört Zindanı". Ali Şeriati, severek, büyük bir ilgiyle ve dikkatle okuduğum bir fikir işçisidir.

 Bu eserinde Şeriati, İnsanın daha doğrusu başlangıçta iki ayaklı hayvan/canlı dediğimiz beşer'in("var olanın, bulunmak"), İnsan'a doğru("olmak") evrilişini engelleyen dört zindandan bahseder. Bu dört zindan; bilinçli, seçen ve yaratıcı bir insan olmayı engelliyor. İnsanın yeryüzünde Allah'ın halifesi olabilmesi için bu dört zindandan kurtulması elzemdir. Şeriati der ki: "Allah'ın halifesi olmayan beşer, maymunun halifesi olur."

 Peki nedir bu dört zindan/cebr/belirlenim? Şeriati'ye göre bu dört zindan:
1)Tabiatın Belirlenimi (Naturalizm)
2)Tarihin Belirlenimi (Historizm)
3)Toplumun Belirlenimi (Sosyolojizm)
4)Kendi Belirlenimi
 Şimdi bu dört zindandan spoiler içerecek şekilde biraz bahsetmek isterim.

 İlk zindan olan Tabiat belirleyiciliği hakkında şöyle der Şeriati: "Eğer ben çölde doğmuş, yetişmiş ve gelişmişsem veya denizin yanında doğuda, batıda ya da bir ekvator bölgesinde vs doğup yetişmişsem, suyun, havanın ve gıda ürünlerinin benim ruhsal durumlarım, düşünce tarzım, güdülerim, ilgilerim, temayüllerim ve hayatım üzerinde şiddetli etkileri olmuş demektir."
Yani tabiatın, coğrafyanın insan üzerindeki etkisi çok geniştir bu yadsınamaz. Fakat Şeriati'ye göre insan bu zindandan bilim ve teknoloji ile kurtulabilir. Tabiatı tanıyıp, bilirse ve onun kendisi üzerinde ne gibi etkilere sahip olduğunu da çözer. Böylece buna göre bir teknoloji üretir. Ki günümüz insanı da bunu oldukça iyi bir şekilde gerçekleştirmiş ve böylece bir zinciri kırıp insan olma yolunda bir adım atmıştır.

 Bir diğer zincir ise Tarihin Belirleyiciliğidir. Şeriati şöyle der: "Historizm şu anlama gelir: İnsan ve bütün insani bireyler-herkes ve her 'ben'- tarih tarafından meydana getirilmiş şeylerden ibarettir."
Yani daha anne karnındayken hangi tarihin mirasçısı olacağımız bu cebr ile belirlenmiştir. İran, İslam ve Şiilik tarihini mi? yoksa Hristiyan, Ortodoks veya Türkiye, İslam Sünni tarihini mi miras alacağımızı belirleyen faktör Tarihdir. Şeriati'ye göre özgür irade sahibi ve seçme gücünü kullanabilen insanın bu zindandan çıkması da yine bilim ile mümkündür. Tarih bilimi ve Tarih felsefesini bilir ise kendisine hangi ideolojilerin dayatıldığını kavrayarak zincirini kırabilir.

 Bir diğer zindan Toplum Belirleyiciliğidir. Toplumun bireyin üzerindeki cebri de yadsınamaz. Toplum bireye; dil, din, tarih, kültür, ahlâk vs. çok geniş alanlara ulaşan miras yüklemiştir. Bu egemen güç(toplum) karşısında birey, yine bilim sayesinde zincirini kırabilir. Sosyoloji bilmi ile içinde bulunduğu toplumu ve kendisine dayattığı ideolojileri tanıyan insan, bu zincirini de kırabilir.

 Dördüncü ve son zindan en kötü zindandır. "Bu zindan, 'kendimdir'." Şeriati şöyle der: "Bende bir güdü, bir dürtü veya şiddetli bir eğilim olduğu ve beni sahip olduğum kuvvetli arzu ve zevk sebebiyle ister istemez kendine doğru sürüklediği zaman-bencillik, cinsel güdü, güç hırsı, paracılık vs. gibi- burada ben dördüncü zindan veya belirleyiciliğin yani kendi belirlenimimin esiriyim demektir."
Şeriati'ye göre bu dördüncü zindandan kurtulmak en zorudur. Çünkü bu bilim vasıtasıyla bilip, tanıyıp kırabileceğimiz bir zincir değildir. Bundan kurtulmanın formülü şudur: 'İsâr'(bireyin, insanın başkasını kendisine tercih ettiği bir aşamadır.) ile 'aşk' ile yani 'din' iledir.

 Bu dört zindandan kendini kurtarıp beşer'den; bilinçli, seçen ve yaratan bir İnsan'a dönüşebilmemiz temennisiyle..
Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.
Keyifli Okumalar.

Kübra Değirmenci


13 Aralık 2019 Cuma

Tavsiye Kitap: Âdem'den Öncesine Dönüş / Şaban Ali Düzgün

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap; "Âdem'den Öncesine Dönüş". Bu eseri içsel evrenime bir roket gibi düşüren Şaban Ali Düzgün hocanın, emeğine, bilgisine ve zamanına bereket diliyorum. Umud ediyorum ki bu kitap tohumu ile zihin dünyamda faydalı bir hasat elde edeceğim.

  Bu kitabın elbette yalnızca bir defa okunmaması gerektiğini düşünüyorum. Bazı kelimeler, cümleler vardır ki biz onları zihnimize seslendirmekten ziyade çekiç alıp onları zihnimize iyice çakmamız gerekiyor. İşte bu kitap da tam zihne çakmalık bir muhtevaya sahip. 
  
  Kitabın içeriğine doğru mercek tutacak olursak; 
•Toplumu içten çökerten, kin ve rekabet tohumlarını eken; mezhepçi fanatizmi, 
•Şiddet ( Kadına, çocuğa, farklı etnik ve düşünce sahiplerine)
•Bir Savruluş Trajedisi: IŞİD
•Modernite
•Ataerkil kültürün tahakkümündeki Kadın
•Bilgi Ahlâkı gibi konulara geniş bir çerçeveden bakar. 

  Kitapta baştan sona üzeri dogma, geleneksel ve kültürel tozlarla kaplı İslam dinini sterilize edip onu saf ve kendi doğasında bırakmaya çalışılmış. Yine yazara göre, odağında insan onuru, eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve barış olan İslam'ın; kirli zihinlere, çıkarcı otoritelere yem olmaması için bu dinin mensuplarınca derhal bir fikir cihadının yapılması elzemdir.

  Yine kitabın muhtevasında; İslam'ın insanlaştıramadığı zihinlerin bastırdıkları şiddet duygularını ortaya çıkarabilmek için gerekçe olarak İslam'ı öne sürmelerini dile getirip, İslam'ın barış ve esenlik kaynağı olduğunu düstur edinmek gerektiğini vurguluyor. "İyi insan projesi" olarak İslam, kadınları tahakküm altında tutmak isteyen zihinlere, kendi otoritesiyle hükmetmek isteyen yönetim sevdalılarına, farklı düşüncelere sahip insanların/ötekilerin katlini isteyenlere; asla bir mesned teşkil etmiyor. Aksine bütün bu kötülüklerin mesnedi olarak, İslam'ın en büyük çeldiricileri olan Müslümanları(!) işaret etmemiz pek yanlış sayılmayacaktır.

  Günümüz müslüman coğrafyasındaki sorunlara (ekonomik, siyasi toplumsal ahlaki çöküş, savaş, kıtlık, geri kalmışlık vs.)  bakıp İslam hakkında, onun uygarlık için sunmuş olduğu ilkeler hakkında "tıkanıklığı gideremiyor" gibi bir neticeye varmanın yanlış olduğu kanaatindeyseniz bu kitabı okumanızı ve başucu kitabınız olarak kütüphanenizde tutmanızı tavsiye ediyorum. 
Keyifli Okumalar 

Kübra Değirmenci

10 Aralık 2019 Salı

İSLAM, ŞİDDET'LE YOK EDİLİYOR!

✅50. yazımı hayatımda hiç görmediğim, varlığından ise katlinden çok sonra haberdar olduğum ve o saatten sonra hayatımda önemli bir yere sahip olan Farkhunda (Ferhunde) MALİKZADE hakkında yazıyorum.
İstedim ki Farkhunda unutulmasın. İstedim ki İslam şemsiyesi altında yapılan tüm bu linçler, öldürmeler, dövmeler, haksızlıklar, yolsuzluklar, kesmeler, asmalar, biçmeler... gün yüzüne çıksın. İçlerindeki bastırılmış o şiddet eğilimlerini, gün yüzüne çıkartmak için kendilerine sağlam bir gerekçe (İslam Dini) bulmuş radikal ve marjinal insan(!) veya insan topluluklarının(!) masum insanlara hatta insanlığa yaptıklarını bilin istedim. 
✅Farkhunda... İslam'ın güzel kızı. Hiç batmayan güneşi. Hurafecilerin, din tüccarlarının, noksan akılların başedemediği ve kirli zihinleriyle kirletemedikleri beyaz mendil.
Farkhunda... Güneşin bile kıskandığı aydınlık. İslam'ın insanlaştıramadığı ilkel zihinlerin, karanlık kuyularına meydan okuyan beyaz güvercin. Yüklendiğin davandan seni mahrum etmek için miydi bedenini yapılan tüm bu vahşet? Şerefli davanı aklının ve kalbinin omuzladığını bilmiyorlar mıydı? Bir Farkhunda'nın gidişinin kirli zihinlerinin karşısında her zaman duracak olan bin Farkhunda'nın habercisi olacağını nasıl düşünemediler? 
"19 Mart 2015 linç kelimesinin bile anlamından utandırıldığı o kara gün" e bir dönelim..
 ✅Farkhunda Malikzade 27 yaşında, inançlarına sıkı bağlı, fikri hür, vicdanı gür bir Müslüman kadındı. Öğretmen olmak istiyordu. Böylesi bir donanımlı şahsiyetin nasıl güzel nesiller yetiştireceğinin  sadece tahayyülüyle kalacağımızı öğrenmemiz gecikmedi. 19 Mart 2015'de Afganistan'da yaşanan kıyımdan bahsediyorum. Müslüman bir kadına müslümanlar(!) güruhu yaptı, tüm dünya izledi.
 Peki o gün ne olmuştu? 
Küçük kağıtlara bir şeyler yazıp insanların dini hassasiyetini kullanıp onlara umut aşılayan bir din tüccarının, "dinde muskalara yer yok" diyerek işine taş koymuştu Ferhunde. Hurafeci, din soytarısı olan bu adam durur mu? "Bu kadın Kur'an'ı yaktı! Siz nasıl müslümanlarsınız!" diyerek iftira attı. Ferhunde yavaş yavaş toplanan bu insan(!) topluluğu arasında ne kadar kendini savunsa da gözü dönmüş kan emiciler kulaklarını tıkamaya çoktan  hazırdılar. Ve Ferhunde'nin linci başladı. Ferhunde'yi tekmelediler, çatıdan artılar, kafasını taşla ezdiler yetmedi benzin döküp yaktılar. Kendilerini İslam'ın muhafızları(!) olarak gören bu kirli zihinler sadece Ferhunde'nin değil İslam'ın da kıyımını yaptılar. Neden mi? Nedenleri zihninizi uzun süre meşgul etsin lütfen.
✅Ferhunde'nin linç görüntülerini saniye saniye kaydedip internette,  "Bu da islam düşmanlarına ibret olsun!" başlığıyla paylaşan vicdanını ipotek etmiş noksan akıllı varlık, asıl İslam ve insanlık düşmanı kirli ve evrimini tamamlayamamış zihinlerinizdir. 
✅Bu mesnetsiz ideolojilerden İslam çok yara aldı ve hâlâ alıyor.  Bu bağlamda savaştan, kaostan beslenen din(!), ırk ve ideolojilerin açmış oldukları enkazı çocuklar üzerinden çok iyi anlatan "Buda as sharm foru rikht" filmini izlemenizi tavsiye ediyorum. Baktay (filmdeki çocuk karakter) ile hepinizin tanışmasını istiyorum.  Filmin en can alıcı ve düşündürücü yeri sanırım son sahnedeki diyalog; 
Baktay: Ben savaş oyunu oynamak istemiyorum.
Abbas: Baktay, ölmelisin. Ancak ölürsen özgür olursun.
Odağında insan onuru, özgürlük, barış ve esenlik olan İslam düşüncesini;  nasıl oluyor da "ancak ölürsen özgür olabilirsin"e dönüştürüyoruz?? Bu soru ve Farkhunda'nın uzun süre zihinlerimizi mesgul edebilmesi temennisiyle.
Kübra Değirmenci



7 Aralık 2019 Cumartesi

Tavsiye Kitap: Emile "bir çocuk büyüyor" / J.J. Rousseau

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap, Emile "bir çocuk büyüyor". Harikulâde, heyecan verici ve ezber bozacak nitelikte bir serüvendi. Bilmenizi istediğim şey bu hayattan bir anne-baba, eğitimci, abla, ağabey, teyze veya amca figüranı olarak geçiyorsanız, bu kitapla yolunuzu muhakkak kesiştiriniz. Kitabı okurken onu bir boyama kitabına çevirmemin aslına bakacak olursak, bu çocuk eğitimine dair yazılan kitapta önemli görmediğim sayfa, sözcük neredeyse yok denilecek kadar azdı. Dilerseniz bu mühim ve zevkli konuları bünyesinde barındıran kitabın içeriğinden biraz bahsedeyim. Fransız yazar J.J. Rousseau, kendisine Emile adında hayali bir öğrenci yaratır. Bu öğrencisini ideal bir insan gibi yetiştirebilmek için anne ve baba rolünü de bizzat kendisi üstlenmistir. Doğumundan evliliğine kadar olan süreçte Emile'yi alışılmışın dışında, modern dünyada yapaylıktan uzak ve doğallığa yakın bir şekilde tabiatın kucağında büyütüyor. Emile'nin bedeni de ruhu gibi özgür olacağından doğduktan sonra kundağa sarılıp zincire vurulması engellenmiştir. Hareketlerine, keşfetme isteğini söndürebilecek en ufak bir kısıtlama getirilmemiştir. Bu bağlamda aşırı korumacı ve aşırı hizmet sunan ebeveynleri eleştirip Emile'yi bunlardan uzak tutarak doğanın kırlarında serbest bırakmıstır. Ne çok soğuk ne de çok sıcak havaya alıştırmamış, her koşulda kendi vücut sıcaklığını korulabilmesi için onu tüm olasılıklara hazırlamıştır. Yemek, giyisi, ihtiyaçlar gibi tabii konularda da tabiatın sadelik çizgisinden sapmamış ve çocuğun sadece ihtiyaç duyduklarını zamanında temin etmekle kendini mesul tutmuştur. Hiçbir zaman ihtiyacı olmayan fazladan şeyleri önüne koyarak onun arzularını çoğaltmamıştır. Zira arzular ne kadar çoğalırsa onları gerçekleştiremeyince de mutsuzluk baş gösterir. Emile, hiçbir zaman emir almamış ve başkalarının isteklerini zorla yerine getirmemiştir. Çünkü kendi haklarının farkındadır. Bunun için her zaman bilgilendirilmiştir. Yönetimin kendisinde olduğuna (ama aslında ebeveyninin kontrolü altında) inandırılmıştır ve bu sayede özgüvene sahiptir. Emile büyüdükçe ahlâki değerlerden, insanı değerlerden ve toplumsal ilişkilere kadar tüm konularda temeli sağlam bir şekilde donatılmıştır. Ergenlik çağı ve sonrasında da fiziksel ve zihinsel gelişimi hassasiyetle takip edilmiş ve bu dönemlere göre muamele edilmiştir. Aslında kitabı okurken Emile ile beraber siz de büyüyorsunuz. Bazen kendinizi, bazen öğrencinizi bazen de çocuğunuzu (gelecekteki çocuğunuz) Emile'nin yerine koyabiliyorsunuz. Kitapta elbette ki katılmadığım ve bana göre abartıya kaçan rahatsız edici noktalar da yok değildi. Yazarın kız ve erkek çocuklarının farklı fıtratlara, özelliklere sahip olmasından yola çıkara kız çocuklarının itaatkâr olacak şekilde yetiştirilmesi düşüncesinde biraz dozu aştığını düşünmeden edemedim. Genel olarak çocuk eğitimi için harika bir kitap ve muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar 😊
Kübra Değirmenci

24 Kasım 2019 Pazar

TAVSİYE KİTAP : INCOGNITO

✅Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap; Incognito. İlk başta kitabı okuyup okumamakta kararsız kalışımın sebebi, bunu okumaya cesaretimin olup olmamasıydı. Çünkü zihin tarlamda ekmiş olduğum bazı tohumları hakikaten de büyük oranda sorgulamaya aldım. Zihnimde içinde bazı cevapları da barındıran kocaman bir soru işareti olarak yerini alan bu eseri elbette okuduğum için kendimi şanslı hissediyorum. (Öyle ki kitabı okuma sürecimde kitap, yaklaşık 6 deneme yazıma ilham kaynağı oldu.)
✅Birçok konuda bakış açımın değistiğini daha şimdiden görebiliyorum. Bunlardan ilk ve en önemlisi de insan beyni ve buna bağlı olarak gelişen davranışlarımızla ilgili. David Eagleman, davranışlarımızın sürücü koltuğunda (beynimizde) insan biyolojisi ve çevresel faktörlerin ortak bir çalışması olduğunu söyler. Biyolojimizden ayrı bir davranış örüntüsü hayal etmemiz mümkün değil. Peki davranışlarımızın ne kadarını bilinçli zihnimiz yapıyor ve ne kadarı da bilinçaltı fabrikasında (zombi sistemler) bilincimizden habersiz çoktan hazırlanmış ve gün yüzüne çıkmayı bekliyor? Kitap boyunca bu soruların cevabını ziyadesiyle alacaksınız ve şaşırma hakkını elde bulunduracaksınız. Övünerek kendisinden hep bahsededurduğumuz bilinçli zihnimiz, beynimizde olan bitenden en son haberdar olan ve sadece olayların özetinin başlığını bilecek kadar yetkisi olan bir yapıya sahiptir. Asıl üretimin olduğu ve her şeyin orada çözüldüğü zihin kara kutumuz; bilinçaltımızdır. Buraya bilincimizin erişimi çok kısıtlıdır. 
✅Yine David Eagleman, beynimizde en ufak bir hasarın, eksikliğin, değişimin veya fazlalığın insan davranışlarında yarattığı inanılmaz değişimden ve buna bağlı olarak "sorumluluk ve özgür irade" kavramlarından da  ezber bozacak nitelikte bahseder. Örnek verecek olursak: 1966 Ağustosunda Austin'deki Teksas Üniversitesi kulesinin en üst katından insanlara ateş edip 13 kişinin ölümüne ve 33 kişinin de yaralanmasına sebep olan şey;  Charles Whitman'ın beyninde bozuk para büyüklüğündeki bir tümörün Amigdalaya baskı yapmasıdır. "Amigdala, özellikle de korku ve saldırganlık merkezinde olmak üzere, duygu mekanizmasının düzenlenmesinden sorumludur." Amigdalası hasarlı organizmaların; korkusuzluk, duygusal körelme ve aşırı tepki gibi belirtileri olur. Charles öldürüldükten sonra otopsi sonucu bu bilgiler elde edildi. Öldürülmeden elde edilseydi şüphesiz onu elinde olmayan bu davranışından ötürü suçlayamazdık. Buna hakkımız olmazdı. Peki ya birçok suç işlemiş insanın beyninde gerçekleşen hasarı tespit etmede kullandığımız teknoloji yetersizse?
✅Kitap boyunca bu soru tohumlarını zihnimize eken David'in sözleriyle kritiği sonlandıralım: " Alınacak ders bellidir: Beyin kimyasında gerçekleşen çok küçük değişimler, davranışta çok büyük değişimlerle sonuçlanabilir." Davranışlarımızın, düşüncelerimizin biyolojimiz ve çevremizden ayrı tutulamayacağını her an bilincimizde tutabilmemiz temennisiyle. 
Keyifli Okumalar :)

Kübra Değirmenci

28 Ekim 2019 Pazartesi

TAVSİYE KİTAP: KÖPEK GİBİ BÜYÜTÜLMÜŞ ÇOCUK

Kitabın ismi biraz zihinimize tuhaf gelebilir fakat içeriğinin zenginliği ve ciddiyeti çoktan dikkatleri üzerinde toplamıştır. Öncelikle Dr. Perry'e zihin tarlama böyle verimli tohumlar (bilgiler) ekmemde yardımcı olduğu için müteşekkirim. Tohumların zihnimde uzun süre hasat edilebilir ürünler oluşturmasını ve zihnimi hayat boyu terk etmemesini temenni ediyorum. Bir çocuk psikiyatristi olan Dr. Perry kitabında, erken yaşlarda travma geçirmiş, sevgisiz, ilgisiz büyümüş veya istismara uğramış çocuklar ile yaptığı tedavi amaçlı çalışmalarından bahsediyor. -Nöroardışık Tedavi Modeli- İnsan fizyolojisinin tahtında oturan "insan beyni"ni ve buna bağlı olarak gelişen davranışların normal seyrini  bilimsel ve anlaşılır bir dille ifade etmiş. İtiraf etmeliyim ki kitabı okudukça insan beyninin muhteşem düzenine ve işleyişine olan hayretim ve hayranlığım arttı. Erken yaşlarda travma geçirmiş, ihmale veya istismara uğramış çocukların müdahale edilmediğinde ileride nasıl bir sosyopata dönüşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Dr. Perry, erken yaşta yoğun strese maruz kalmış ve buna bağlı olarak travma geçirmiş çocukları çeşitli yöntemlerle tedavi ediyor fakat okumalarım boyunca farkında olduğum şey, tüm yöntemlerin ortak paydası; sevgi, ilgi ve güven duygularının büyüleyici ve iyileştirici güçleridir. Yine bu kitapla beraber zihnimde aydınlanmasına şahit olduğum şey, yetişkinlerin çocukların dilinden ne kadar az anladığı. Kalıplara sığdırmaya çalıştığımız ve bir kalıba sığmayan çocukları da  kendimizi, sistemimizi sorgulamadan direkt "uyumsuz" etiketiyle yalnız bıraktığımızı görmüş oldum. Çocuklar uyumsuz değildir. Sistemimiz her rengin farklılığını bünyesinde barındıramayacak kadar yetersiz ve sınırlıdır. Çocuklara kulak vermek gerekiyor. Onları dinlemek, renklerini fark etmek zorundayız. Kitap her ebeveyne (veya ebeveyn adayına) ve eğitimciye tavsiye edebileceğim muhteşemlikte. Aynı zamanda kitabın yurt dışındaki üniversitelerde ilgili bölümlerde ders kitabı olarak okutulduğu bilgisi de mevcuttur. 
Keyifli Okumalar :) 

7 Ekim 2019 Pazartesi

TAVSİYE KİTAP : 'MIŞ GİBİ' YAŞAMLAR

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap; 'Mış Gibi' Yaşamlar. Üzerinde günlerce haftalarca hatta ömrünüzün sonuna kadar durup her an kritiğini yapabileceğiniz bir muhtevaya sahip. Tam bizden, hayatımızın içinden bir kitap. Fakat kitap hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce eserlerinden kendisini tanıma fırsatı bulduğum ve bir insan olarak, eğitimci olarak şahsına ve düşüncelerine çok değer verdiğim sayın; Doğan Cüceloğlu  hocama bu güzel eseri zihin tarlama bir tohum olarak ekmeme fırsat verdiği için teşekkür ederim. Kesinlikle tavsiye kitaplar listesinde yerini bulan bir kitap. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere ('Mış Gibi' Yaşamlar) hayatımızın kontrolünün tamamen bizde olduğunu düşündüğüm sıralarda zihin dünyama inen bir yıldırımdan öteye geçiverdi. Okudukça hayret ediyor ve iç dünyama bakmak için döndüğümü düşünürken bir de bakıyorum dışardaki dünyaya da bir göz ucuyla bakıvermişim. Ne çok 'Mış Gibi' var. Sayımız o kadar fazlaymış ki mış gibi olmayanları ötekileştiren barbar bir çoğunluğun kaptanlığını yaptığı bir mürettebat yığını olduğumuzu düşünmeden edemezdim. Çoğu zaman âtînin düşüncesi zihnimizde konaklayan bir ev sahibidir. Bu düşüncenin bana getirisi daha çok eksiler yığını olmuştur. Çünkü gelecek kaygısı, beyazlar içerisinde ânı yaşayan benim, üzerimden bir türlü atamadığım bir leke gibi. Bu kitaptan sonra birçok alanda farklı ortamlara getirdiğim bilincimi sorguladım, sorguluyorum ve hep sorgulayacağım. Kendime şöyle bir söz vermekten de geri durmadım: O ân bulunduğum mekâna ve oraya getirdiğim bilincin farkında olacağıma, sorumluluğunu üstlendiğim her neyse boşvermişliğin hiçbir çeşidi ile onu geçiştirmeyeceğime dair söz verdim.
 Bu bilinci ('mış gibi' olmamak) koruyamamanın derininde elbetteki insanın yetişme tarzı, aile, çevre ve bulunduğu sosyal ortamın payı vardır ama bir pay da muhayyilesi sönük kalmış köhne zihinlerimizin olabilitesi sarsıyor aklımın ince kıvrımlarını. 'Mış Gibi' Yaşamların en aza indiği, her bir insanın kurmuş olduğu iletişimde "İnsan İnsana" düsturunu mukannen bir şekilde benimsediği bir Türkiye hâyal edeceğim. 
Keyifle okuyup güzel notlar aldığım bir serüvendi. Tavsiye ediyor ve keyifli okumalar diliyorum :)