29 Aralık 2019 Pazar

Tavsiye Film: The Color Of Paradise /Cennetin Rengi


➡1999 İran yapımı film, doğuştan kör olan Muhammed adlı bir çocuğun, okul çağında çocukluğunun en güzel en masum yıllarında karşılaştığı problemleri konu alıyor. Sanılanın aksine, Muhammed gözleri görmediği için yaşam karşısında güçlük çekmiyor. O gayet başarılı bir öğrenci ve yeri geldiğinde de her duruma adepte olabilecek kadar güçlü, yetenekli ve merhametli bir çocuk. Muhammed'in tek engeli, gözleri görmediği için önüne çıkan "insan" engelidir. 

➡Muhammed'e gözleri görmüyor diye değil, görme engelinden ötürü kendisinden utanan bir babaya sahip olduğu için "engeli var" diyebiliriz. Şu soruyu herkesin vicdanına sormasını temenni ediyorum:
 Normal(!) birer insan olmadıkları, farklılıklara (zihinsel veya bedensel) sahip oldukları için insanların; kendilerine, yeteneklerine, düşüncelerine odaklanmayı bırakıp merceklerimizi "farklılığa" tuttuğumuz için bir "engel" yaratmış olmuyor muyuz? 

➡Filmin bana göre en can alıcı sahnesi, Muhammed'in kendisi gibi kör olan marangoz ustasının yanına zorla verildiğinde onunla yaptığı şu diyalog:
 "Allah'ı bulana kadar ellerimle her yere  dokunacağım. Ve bulduğumda da, kalbimin bütün sırları dahil, her şeyi anlatacağım."
Keyifli Seyirler

Kübra Değirmenci


Tavsiye Kitap: İnsanın Anlam Arayışı / Viktor E. Frankl

➡Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap: İnsanın Anlam Arayışı / Viktor E. Frankl . Kitabın oldukça zengin bir içeriğe sahip olduğu hususunda zihninizde en ufak bir şüphe kırıntısı kalmamasını isterim. Kitap 3 bölümden oluşmaktadır. İlk bölümü yazarın, İkinci Dünya savaşı sırasında Nazi Ölümcül Toplama kamplarından biri olan  Auschwitz'de (1940 yılında Polonya'da inşa edilen ve çoğunluğunu Yahudilerin oluşturduğu 4 milyondan fazla insanın imha edildiği ünlü Nazi toplama kampı.) geçirdiği tutsaklık yıllarını anlattığı otobiyografini içermektedir. Psikiyatrist Dr. Frankl'ın; insan onurunu ayaklar altına alan bir aşağılanma, gaddar SS gardiyanları, acımasız kapolar (özel ayrıcalıklara sahip tutsaklar), gaz odaları, krematoryumlar (ölü yakma odaları), katliamlar, açlık, hastalıklar, salgınlar, soğuk hava şartları ve çok ağır işlerde çalıştırılmak gibi sayısız zorluk ve acıyla geçen kamp günlerini okudukça ve bunların birer kurgu olmayıp gerçekten yaşanmış olduğu gerçeğini hatırladıkça, "vicdan kırıntısı da mı yok?" sorusunu sık sık kendinize soracaksınızdır. Peki Dr. Frankl bu kadar acı ile yoğrulmuş ve acı çekmek kavramının anlamından utandırıldığı günlerini neden bizlere anlatıyor? O hâlde kendisinden cevabı öğrenelim:
"İstediğim tek şey somut bir örnek yoluyla okura, yaşamın, her durumda, hatta en acınası durumlarda bile potansiyel bir anlam taşıdığını anlatabilmekti." (Syf, 14)
Evet Dr. Frankl'a göre acıya rağmen, hatta acıyı bir yaratıcılıkla işleyip insan yaşamına bir anlam katabilir. Tecrübeleri ile; acıya, işkenceye, açlığa ve daha bir çok onur kırıcı şeylere rağmen yine de insanın, onurunu koruyabileceğini savunur yazar. Bunu da şöyle bir alıntısıyla dile getirelim: "İnsan, onurunu bir toplama kampında bile koruyabilir. Dostoyevski bir keresinde şöyle demişti: 'Beni korkutan tek bir şey var: Acılarıma değmemek!' "
Acıların, insanı değerli kıldığı düşüncesi bile bir anlam taşıyor insan yaşamına. Sevgi, bizi bekleyen insanlar, yarım kalmış işler, tamamlanmamış düşüncelerimiz, ailemiz, bize ihtiyaç duyan insan ve dünya.. bunun gibi birçok şeyi düşünerek nazi kampında intiharı düşünmeyen ve hayatta kalmaya çalışan insanların hayatlarındaki anlamlarıdır. Kitap boyunca yazar, insanı asıl intihara sürükleyen şeyin nazi kampı değil, hayatında bir anlamı, hedefi olmamasıdır diye düşündürüyor. Nietzsche'den bir alıntıyla bunu destekliyor da: "Yaşamak için bir nedeni olan kişi, hemen her nasıl'a katlanabilir." Bu söz üzerinde günümüz insanın da durup bir düşünmesi gerekmektedir. Bir nazi toplama kampında olmamamıza rağmen en ufak bir zorlukta, acı karşısında hemen yelkenleri suya indirip akıntıya teslim oluyoruz ve "ölmek istiyorum" cümlesini dilimizden düşürmeyerek şımarık bir organizmaya dönüşüyoruz. Unutmamak gerekir ki; insanı intihar eşiğine getiren acı değildir, amaçsızlıktır.

➡İkinci bölümde Dr. Frankl kendi geliştirdiği "Logoterapi" yöntemi hakkında oldukça açık, anlaşılır bir üslupla teknik bilgi verip okuyucuyu sıkmamak adına örneklerle de açıklamıştır.

➡Üçüncü bölümde ise zorluklarla, hastalıklarla veya fobilerle başaçıkabilmenin yollarından biri olan "Trajik bir iyimserlik" kavramından bahseder. Bunu da şöyle bir alıntıyla özetlemek isterim:"Yani trajedi karşısında ve olabilecek en iyi insan potansiyeli açısından iyimserlik, her zaman için,
(1) acıyı bir insan başarısına dönüştürmeye
(2) suçluluk hisseden kişinin, kendisini daha iyiye yönelik olarak değiştirme fırsatını kazanmasına ve
(3) yaşamın geçiciliğinden, sorumlu bir tavır almaya yönelik girişim gücü kazanılmasına olanak vermektedir."

Dr. Frankl'ın acı tecrübelerle dolu bu eserini, modern çağın büyüttüğü ve yeni aldığı son model telefonu bozulunca dünyalara küsen, sosyal medyada takipçisi azaldı diye depresyona giren, fenomenlik uğruna çocuklarını kullanıp olamayınca da yıkım yaşayan, derslerinde istediği başarıyı yakalayamadığı için çocuğuna psikolojik şiddet uygulayan,
en küçük bir esinti karşısında yürüyemeyip olduğu yere çakılan bizlerin; bu kitabı okumasını tavsiye ediyorum. 
Keyifli Okumalar.

Kübra Değirmenci

17 Aralık 2019 Salı

Tavsiye Kitap: İnsanın Dört Zindanı / Ali Şeriati

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap, "İnsanın Dört Zindanı". Ali Şeriati, severek, büyük bir ilgiyle ve dikkatle okuduğum bir fikir işçisidir.

 Bu eserinde Şeriati, İnsanın daha doğrusu başlangıçta iki ayaklı hayvan/canlı dediğimiz beşer'in("var olanın, bulunmak"), İnsan'a doğru("olmak") evrilişini engelleyen dört zindandan bahseder. Bu dört zindan; bilinçli, seçen ve yaratıcı bir insan olmayı engelliyor. İnsanın yeryüzünde Allah'ın halifesi olabilmesi için bu dört zindandan kurtulması elzemdir. Şeriati der ki: "Allah'ın halifesi olmayan beşer, maymunun halifesi olur."

 Peki nedir bu dört zindan/cebr/belirlenim? Şeriati'ye göre bu dört zindan:
1)Tabiatın Belirlenimi (Naturalizm)
2)Tarihin Belirlenimi (Historizm)
3)Toplumun Belirlenimi (Sosyolojizm)
4)Kendi Belirlenimi
 Şimdi bu dört zindandan spoiler içerecek şekilde biraz bahsetmek isterim.

 İlk zindan olan Tabiat belirleyiciliği hakkında şöyle der Şeriati: "Eğer ben çölde doğmuş, yetişmiş ve gelişmişsem veya denizin yanında doğuda, batıda ya da bir ekvator bölgesinde vs doğup yetişmişsem, suyun, havanın ve gıda ürünlerinin benim ruhsal durumlarım, düşünce tarzım, güdülerim, ilgilerim, temayüllerim ve hayatım üzerinde şiddetli etkileri olmuş demektir."
Yani tabiatın, coğrafyanın insan üzerindeki etkisi çok geniştir bu yadsınamaz. Fakat Şeriati'ye göre insan bu zindandan bilim ve teknoloji ile kurtulabilir. Tabiatı tanıyıp, bilirse ve onun kendisi üzerinde ne gibi etkilere sahip olduğunu da çözer. Böylece buna göre bir teknoloji üretir. Ki günümüz insanı da bunu oldukça iyi bir şekilde gerçekleştirmiş ve böylece bir zinciri kırıp insan olma yolunda bir adım atmıştır.

 Bir diğer zincir ise Tarihin Belirleyiciliğidir. Şeriati şöyle der: "Historizm şu anlama gelir: İnsan ve bütün insani bireyler-herkes ve her 'ben'- tarih tarafından meydana getirilmiş şeylerden ibarettir."
Yani daha anne karnındayken hangi tarihin mirasçısı olacağımız bu cebr ile belirlenmiştir. İran, İslam ve Şiilik tarihini mi? yoksa Hristiyan, Ortodoks veya Türkiye, İslam Sünni tarihini mi miras alacağımızı belirleyen faktör Tarihdir. Şeriati'ye göre özgür irade sahibi ve seçme gücünü kullanabilen insanın bu zindandan çıkması da yine bilim ile mümkündür. Tarih bilimi ve Tarih felsefesini bilir ise kendisine hangi ideolojilerin dayatıldığını kavrayarak zincirini kırabilir.

 Bir diğer zindan Toplum Belirleyiciliğidir. Toplumun bireyin üzerindeki cebri de yadsınamaz. Toplum bireye; dil, din, tarih, kültür, ahlâk vs. çok geniş alanlara ulaşan miras yüklemiştir. Bu egemen güç(toplum) karşısında birey, yine bilim sayesinde zincirini kırabilir. Sosyoloji bilmi ile içinde bulunduğu toplumu ve kendisine dayattığı ideolojileri tanıyan insan, bu zincirini de kırabilir.

 Dördüncü ve son zindan en kötü zindandır. "Bu zindan, 'kendimdir'." Şeriati şöyle der: "Bende bir güdü, bir dürtü veya şiddetli bir eğilim olduğu ve beni sahip olduğum kuvvetli arzu ve zevk sebebiyle ister istemez kendine doğru sürüklediği zaman-bencillik, cinsel güdü, güç hırsı, paracılık vs. gibi- burada ben dördüncü zindan veya belirleyiciliğin yani kendi belirlenimimin esiriyim demektir."
Şeriati'ye göre bu dördüncü zindandan kurtulmak en zorudur. Çünkü bu bilim vasıtasıyla bilip, tanıyıp kırabileceğimiz bir zincir değildir. Bundan kurtulmanın formülü şudur: 'İsâr'(bireyin, insanın başkasını kendisine tercih ettiği bir aşamadır.) ile 'aşk' ile yani 'din' iledir.

 Bu dört zindandan kendini kurtarıp beşer'den; bilinçli, seçen ve yaratan bir İnsan'a dönüşebilmemiz temennisiyle..
Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.
Keyifli Okumalar.

Kübra Değirmenci


13 Aralık 2019 Cuma

Tavsiye Kitap: Âdem'den Öncesine Dönüş / Şaban Ali Düzgün

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap; "Âdem'den Öncesine Dönüş". Bu eseri içsel evrenime bir roket gibi düşüren Şaban Ali Düzgün hocanın, emeğine, bilgisine ve zamanına bereket diliyorum. Umud ediyorum ki bu kitap tohumu ile zihin dünyamda faydalı bir hasat elde edeceğim.

  Bu kitabın elbette yalnızca bir defa okunmaması gerektiğini düşünüyorum. Bazı kelimeler, cümleler vardır ki biz onları zihnimize seslendirmekten ziyade çekiç alıp onları zihnimize iyice çakmamız gerekiyor. İşte bu kitap da tam zihne çakmalık bir muhtevaya sahip. 
  
  Kitabın içeriğine doğru mercek tutacak olursak; 
•Toplumu içten çökerten, kin ve rekabet tohumlarını eken; mezhepçi fanatizmi, 
•Şiddet ( Kadına, çocuğa, farklı etnik ve düşünce sahiplerine)
•Bir Savruluş Trajedisi: IŞİD
•Modernite
•Ataerkil kültürün tahakkümündeki Kadın
•Bilgi Ahlâkı gibi konulara geniş bir çerçeveden bakar. 

  Kitapta baştan sona üzeri dogma, geleneksel ve kültürel tozlarla kaplı İslam dinini sterilize edip onu saf ve kendi doğasında bırakmaya çalışılmış. Yine yazara göre, odağında insan onuru, eşitlik, kardeşlik, özgürlük ve barış olan İslam'ın; kirli zihinlere, çıkarcı otoritelere yem olmaması için bu dinin mensuplarınca derhal bir fikir cihadının yapılması elzemdir.

  Yine kitabın muhtevasında; İslam'ın insanlaştıramadığı zihinlerin bastırdıkları şiddet duygularını ortaya çıkarabilmek için gerekçe olarak İslam'ı öne sürmelerini dile getirip, İslam'ın barış ve esenlik kaynağı olduğunu düstur edinmek gerektiğini vurguluyor. "İyi insan projesi" olarak İslam, kadınları tahakküm altında tutmak isteyen zihinlere, kendi otoritesiyle hükmetmek isteyen yönetim sevdalılarına, farklı düşüncelere sahip insanların/ötekilerin katlini isteyenlere; asla bir mesned teşkil etmiyor. Aksine bütün bu kötülüklerin mesnedi olarak, İslam'ın en büyük çeldiricileri olan Müslümanları(!) işaret etmemiz pek yanlış sayılmayacaktır.

  Günümüz müslüman coğrafyasındaki sorunlara (ekonomik, siyasi toplumsal ahlaki çöküş, savaş, kıtlık, geri kalmışlık vs.)  bakıp İslam hakkında, onun uygarlık için sunmuş olduğu ilkeler hakkında "tıkanıklığı gideremiyor" gibi bir neticeye varmanın yanlış olduğu kanaatindeyseniz bu kitabı okumanızı ve başucu kitabınız olarak kütüphanenizde tutmanızı tavsiye ediyorum. 
Keyifli Okumalar 

Kübra Değirmenci

10 Aralık 2019 Salı

İSLAM, ŞİDDET'LE YOK EDİLİYOR!

✅50. yazımı hayatımda hiç görmediğim, varlığından ise katlinden çok sonra haberdar olduğum ve o saatten sonra hayatımda önemli bir yere sahip olan Farkhunda (Ferhunde) MALİKZADE hakkında yazıyorum.
İstedim ki Farkhunda unutulmasın. İstedim ki İslam şemsiyesi altında yapılan tüm bu linçler, öldürmeler, dövmeler, haksızlıklar, yolsuzluklar, kesmeler, asmalar, biçmeler... gün yüzüne çıksın. İçlerindeki bastırılmış o şiddet eğilimlerini, gün yüzüne çıkartmak için kendilerine sağlam bir gerekçe (İslam Dini) bulmuş radikal ve marjinal insan(!) veya insan topluluklarının(!) masum insanlara hatta insanlığa yaptıklarını bilin istedim. 
✅Farkhunda... İslam'ın güzel kızı. Hiç batmayan güneşi. Hurafecilerin, din tüccarlarının, noksan akılların başedemediği ve kirli zihinleriyle kirletemedikleri beyaz mendil.
Farkhunda... Güneşin bile kıskandığı aydınlık. İslam'ın insanlaştıramadığı ilkel zihinlerin, karanlık kuyularına meydan okuyan beyaz güvercin. Yüklendiğin davandan seni mahrum etmek için miydi bedenini yapılan tüm bu vahşet? Şerefli davanı aklının ve kalbinin omuzladığını bilmiyorlar mıydı? Bir Farkhunda'nın gidişinin kirli zihinlerinin karşısında her zaman duracak olan bin Farkhunda'nın habercisi olacağını nasıl düşünemediler? 
"19 Mart 2015 linç kelimesinin bile anlamından utandırıldığı o kara gün" e bir dönelim..
 ✅Farkhunda Malikzade 27 yaşında, inançlarına sıkı bağlı, fikri hür, vicdanı gür bir Müslüman kadındı. Öğretmen olmak istiyordu. Böylesi bir donanımlı şahsiyetin nasıl güzel nesiller yetiştireceğinin  sadece tahayyülüyle kalacağımızı öğrenmemiz gecikmedi. 19 Mart 2015'de Afganistan'da yaşanan kıyımdan bahsediyorum. Müslüman bir kadına müslümanlar(!) güruhu yaptı, tüm dünya izledi.
 Peki o gün ne olmuştu? 
Küçük kağıtlara bir şeyler yazıp insanların dini hassasiyetini kullanıp onlara umut aşılayan bir din tüccarının, "dinde muskalara yer yok" diyerek işine taş koymuştu Ferhunde. Hurafeci, din soytarısı olan bu adam durur mu? "Bu kadın Kur'an'ı yaktı! Siz nasıl müslümanlarsınız!" diyerek iftira attı. Ferhunde yavaş yavaş toplanan bu insan(!) topluluğu arasında ne kadar kendini savunsa da gözü dönmüş kan emiciler kulaklarını tıkamaya çoktan  hazırdılar. Ve Ferhunde'nin linci başladı. Ferhunde'yi tekmelediler, çatıdan artılar, kafasını taşla ezdiler yetmedi benzin döküp yaktılar. Kendilerini İslam'ın muhafızları(!) olarak gören bu kirli zihinler sadece Ferhunde'nin değil İslam'ın da kıyımını yaptılar. Neden mi? Nedenleri zihninizi uzun süre meşgul etsin lütfen.
✅Ferhunde'nin linç görüntülerini saniye saniye kaydedip internette,  "Bu da islam düşmanlarına ibret olsun!" başlığıyla paylaşan vicdanını ipotek etmiş noksan akıllı varlık, asıl İslam ve insanlık düşmanı kirli ve evrimini tamamlayamamış zihinlerinizdir. 
✅Bu mesnetsiz ideolojilerden İslam çok yara aldı ve hâlâ alıyor.  Bu bağlamda savaştan, kaostan beslenen din(!), ırk ve ideolojilerin açmış oldukları enkazı çocuklar üzerinden çok iyi anlatan "Buda as sharm foru rikht" filmini izlemenizi tavsiye ediyorum. Baktay (filmdeki çocuk karakter) ile hepinizin tanışmasını istiyorum.  Filmin en can alıcı ve düşündürücü yeri sanırım son sahnedeki diyalog; 
Baktay: Ben savaş oyunu oynamak istemiyorum.
Abbas: Baktay, ölmelisin. Ancak ölürsen özgür olursun.
Odağında insan onuru, özgürlük, barış ve esenlik olan İslam düşüncesini;  nasıl oluyor da "ancak ölürsen özgür olabilirsin"e dönüştürüyoruz?? Bu soru ve Farkhunda'nın uzun süre zihinlerimizi mesgul edebilmesi temennisiyle.
Kübra Değirmenci



7 Aralık 2019 Cumartesi

Tavsiye Kitap: Emile "bir çocuk büyüyor" / J.J. Rousseau

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap, Emile "bir çocuk büyüyor". Harikulâde, heyecan verici ve ezber bozacak nitelikte bir serüvendi. Bilmenizi istediğim şey bu hayattan bir anne-baba, eğitimci, abla, ağabey, teyze veya amca figüranı olarak geçiyorsanız, bu kitapla yolunuzu muhakkak kesiştiriniz. Kitabı okurken onu bir boyama kitabına çevirmemin aslına bakacak olursak, bu çocuk eğitimine dair yazılan kitapta önemli görmediğim sayfa, sözcük neredeyse yok denilecek kadar azdı. Dilerseniz bu mühim ve zevkli konuları bünyesinde barındıran kitabın içeriğinden biraz bahsedeyim. Fransız yazar J.J. Rousseau, kendisine Emile adında hayali bir öğrenci yaratır. Bu öğrencisini ideal bir insan gibi yetiştirebilmek için anne ve baba rolünü de bizzat kendisi üstlenmistir. Doğumundan evliliğine kadar olan süreçte Emile'yi alışılmışın dışında, modern dünyada yapaylıktan uzak ve doğallığa yakın bir şekilde tabiatın kucağında büyütüyor. Emile'nin bedeni de ruhu gibi özgür olacağından doğduktan sonra kundağa sarılıp zincire vurulması engellenmiştir. Hareketlerine, keşfetme isteğini söndürebilecek en ufak bir kısıtlama getirilmemiştir. Bu bağlamda aşırı korumacı ve aşırı hizmet sunan ebeveynleri eleştirip Emile'yi bunlardan uzak tutarak doğanın kırlarında serbest bırakmıstır. Ne çok soğuk ne de çok sıcak havaya alıştırmamış, her koşulda kendi vücut sıcaklığını korulabilmesi için onu tüm olasılıklara hazırlamıştır. Yemek, giyisi, ihtiyaçlar gibi tabii konularda da tabiatın sadelik çizgisinden sapmamış ve çocuğun sadece ihtiyaç duyduklarını zamanında temin etmekle kendini mesul tutmuştur. Hiçbir zaman ihtiyacı olmayan fazladan şeyleri önüne koyarak onun arzularını çoğaltmamıştır. Zira arzular ne kadar çoğalırsa onları gerçekleştiremeyince de mutsuzluk baş gösterir. Emile, hiçbir zaman emir almamış ve başkalarının isteklerini zorla yerine getirmemiştir. Çünkü kendi haklarının farkındadır. Bunun için her zaman bilgilendirilmiştir. Yönetimin kendisinde olduğuna (ama aslında ebeveyninin kontrolü altında) inandırılmıştır ve bu sayede özgüvene sahiptir. Emile büyüdükçe ahlâki değerlerden, insanı değerlerden ve toplumsal ilişkilere kadar tüm konularda temeli sağlam bir şekilde donatılmıştır. Ergenlik çağı ve sonrasında da fiziksel ve zihinsel gelişimi hassasiyetle takip edilmiş ve bu dönemlere göre muamele edilmiştir. Aslında kitabı okurken Emile ile beraber siz de büyüyorsunuz. Bazen kendinizi, bazen öğrencinizi bazen de çocuğunuzu (gelecekteki çocuğunuz) Emile'nin yerine koyabiliyorsunuz. Kitapta elbette ki katılmadığım ve bana göre abartıya kaçan rahatsız edici noktalar da yok değildi. Yazarın kız ve erkek çocuklarının farklı fıtratlara, özelliklere sahip olmasından yola çıkara kız çocuklarının itaatkâr olacak şekilde yetiştirilmesi düşüncesinde biraz dozu aştığını düşünmeden edemedim. Genel olarak çocuk eğitimi için harika bir kitap ve muhakkak okumanızı tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar 😊
Kübra Değirmenci

24 Kasım 2019 Pazar

TAVSİYE KİTAP : INCOGNITO

✅Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap; Incognito. İlk başta kitabı okuyup okumamakta kararsız kalışımın sebebi, bunu okumaya cesaretimin olup olmamasıydı. Çünkü zihin tarlamda ekmiş olduğum bazı tohumları hakikaten de büyük oranda sorgulamaya aldım. Zihnimde içinde bazı cevapları da barındıran kocaman bir soru işareti olarak yerini alan bu eseri elbette okuduğum için kendimi şanslı hissediyorum. (Öyle ki kitabı okuma sürecimde kitap, yaklaşık 6 deneme yazıma ilham kaynağı oldu.)
✅Birçok konuda bakış açımın değistiğini daha şimdiden görebiliyorum. Bunlardan ilk ve en önemlisi de insan beyni ve buna bağlı olarak gelişen davranışlarımızla ilgili. David Eagleman, davranışlarımızın sürücü koltuğunda (beynimizde) insan biyolojisi ve çevresel faktörlerin ortak bir çalışması olduğunu söyler. Biyolojimizden ayrı bir davranış örüntüsü hayal etmemiz mümkün değil. Peki davranışlarımızın ne kadarını bilinçli zihnimiz yapıyor ve ne kadarı da bilinçaltı fabrikasında (zombi sistemler) bilincimizden habersiz çoktan hazırlanmış ve gün yüzüne çıkmayı bekliyor? Kitap boyunca bu soruların cevabını ziyadesiyle alacaksınız ve şaşırma hakkını elde bulunduracaksınız. Övünerek kendisinden hep bahsededurduğumuz bilinçli zihnimiz, beynimizde olan bitenden en son haberdar olan ve sadece olayların özetinin başlığını bilecek kadar yetkisi olan bir yapıya sahiptir. Asıl üretimin olduğu ve her şeyin orada çözüldüğü zihin kara kutumuz; bilinçaltımızdır. Buraya bilincimizin erişimi çok kısıtlıdır. 
✅Yine David Eagleman, beynimizde en ufak bir hasarın, eksikliğin, değişimin veya fazlalığın insan davranışlarında yarattığı inanılmaz değişimden ve buna bağlı olarak "sorumluluk ve özgür irade" kavramlarından da  ezber bozacak nitelikte bahseder. Örnek verecek olursak: 1966 Ağustosunda Austin'deki Teksas Üniversitesi kulesinin en üst katından insanlara ateş edip 13 kişinin ölümüne ve 33 kişinin de yaralanmasına sebep olan şey;  Charles Whitman'ın beyninde bozuk para büyüklüğündeki bir tümörün Amigdalaya baskı yapmasıdır. "Amigdala, özellikle de korku ve saldırganlık merkezinde olmak üzere, duygu mekanizmasının düzenlenmesinden sorumludur." Amigdalası hasarlı organizmaların; korkusuzluk, duygusal körelme ve aşırı tepki gibi belirtileri olur. Charles öldürüldükten sonra otopsi sonucu bu bilgiler elde edildi. Öldürülmeden elde edilseydi şüphesiz onu elinde olmayan bu davranışından ötürü suçlayamazdık. Buna hakkımız olmazdı. Peki ya birçok suç işlemiş insanın beyninde gerçekleşen hasarı tespit etmede kullandığımız teknoloji yetersizse?
✅Kitap boyunca bu soru tohumlarını zihnimize eken David'in sözleriyle kritiği sonlandıralım: " Alınacak ders bellidir: Beyin kimyasında gerçekleşen çok küçük değişimler, davranışta çok büyük değişimlerle sonuçlanabilir." Davranışlarımızın, düşüncelerimizin biyolojimiz ve çevremizden ayrı tutulamayacağını her an bilincimizde tutabilmemiz temennisiyle. 
Keyifli Okumalar :)

Kübra Değirmenci

28 Ekim 2019 Pazartesi

TAVSİYE KİTAP: KÖPEK GİBİ BÜYÜTÜLMÜŞ ÇOCUK

Kitabın ismi biraz zihinimize tuhaf gelebilir fakat içeriğinin zenginliği ve ciddiyeti çoktan dikkatleri üzerinde toplamıştır. Öncelikle Dr. Perry'e zihin tarlama böyle verimli tohumlar (bilgiler) ekmemde yardımcı olduğu için müteşekkirim. Tohumların zihnimde uzun süre hasat edilebilir ürünler oluşturmasını ve zihnimi hayat boyu terk etmemesini temenni ediyorum. Bir çocuk psikiyatristi olan Dr. Perry kitabında, erken yaşlarda travma geçirmiş, sevgisiz, ilgisiz büyümüş veya istismara uğramış çocuklar ile yaptığı tedavi amaçlı çalışmalarından bahsediyor. -Nöroardışık Tedavi Modeli- İnsan fizyolojisinin tahtında oturan "insan beyni"ni ve buna bağlı olarak gelişen davranışların normal seyrini  bilimsel ve anlaşılır bir dille ifade etmiş. İtiraf etmeliyim ki kitabı okudukça insan beyninin muhteşem düzenine ve işleyişine olan hayretim ve hayranlığım arttı. Erken yaşlarda travma geçirmiş, ihmale veya istismara uğramış çocukların müdahale edilmediğinde ileride nasıl bir sosyopata dönüşeceğini tahmin etmek zor olmasa gerek. Dr. Perry, erken yaşta yoğun strese maruz kalmış ve buna bağlı olarak travma geçirmiş çocukları çeşitli yöntemlerle tedavi ediyor fakat okumalarım boyunca farkında olduğum şey, tüm yöntemlerin ortak paydası; sevgi, ilgi ve güven duygularının büyüleyici ve iyileştirici güçleridir. Yine bu kitapla beraber zihnimde aydınlanmasına şahit olduğum şey, yetişkinlerin çocukların dilinden ne kadar az anladığı. Kalıplara sığdırmaya çalıştığımız ve bir kalıba sığmayan çocukları da  kendimizi, sistemimizi sorgulamadan direkt "uyumsuz" etiketiyle yalnız bıraktığımızı görmüş oldum. Çocuklar uyumsuz değildir. Sistemimiz her rengin farklılığını bünyesinde barındıramayacak kadar yetersiz ve sınırlıdır. Çocuklara kulak vermek gerekiyor. Onları dinlemek, renklerini fark etmek zorundayız. Kitap her ebeveyne (veya ebeveyn adayına) ve eğitimciye tavsiye edebileceğim muhteşemlikte. Aynı zamanda kitabın yurt dışındaki üniversitelerde ilgili bölümlerde ders kitabı olarak okutulduğu bilgisi de mevcuttur. 
Keyifli Okumalar :) 

7 Ekim 2019 Pazartesi

TAVSİYE KİTAP : 'MIŞ GİBİ' YAŞAMLAR

Vee 2019'da bitirdiğim bir başka kitap; 'Mış Gibi' Yaşamlar. Üzerinde günlerce haftalarca hatta ömrünüzün sonuna kadar durup her an kritiğini yapabileceğiniz bir muhtevaya sahip. Tam bizden, hayatımızın içinden bir kitap. Fakat kitap hakkındaki düşüncelerime geçmeden önce eserlerinden kendisini tanıma fırsatı bulduğum ve bir insan olarak, eğitimci olarak şahsına ve düşüncelerine çok değer verdiğim sayın; Doğan Cüceloğlu  hocama bu güzel eseri zihin tarlama bir tohum olarak ekmeme fırsat verdiği için teşekkür ederim. Kesinlikle tavsiye kitaplar listesinde yerini bulan bir kitap. Kitabın isminden de anlaşılacağı üzere ('Mış Gibi' Yaşamlar) hayatımızın kontrolünün tamamen bizde olduğunu düşündüğüm sıralarda zihin dünyama inen bir yıldırımdan öteye geçiverdi. Okudukça hayret ediyor ve iç dünyama bakmak için döndüğümü düşünürken bir de bakıyorum dışardaki dünyaya da bir göz ucuyla bakıvermişim. Ne çok 'Mış Gibi' var. Sayımız o kadar fazlaymış ki mış gibi olmayanları ötekileştiren barbar bir çoğunluğun kaptanlığını yaptığı bir mürettebat yığını olduğumuzu düşünmeden edemezdim. Çoğu zaman âtînin düşüncesi zihnimizde konaklayan bir ev sahibidir. Bu düşüncenin bana getirisi daha çok eksiler yığını olmuştur. Çünkü gelecek kaygısı, beyazlar içerisinde ânı yaşayan benim, üzerimden bir türlü atamadığım bir leke gibi. Bu kitaptan sonra birçok alanda farklı ortamlara getirdiğim bilincimi sorguladım, sorguluyorum ve hep sorgulayacağım. Kendime şöyle bir söz vermekten de geri durmadım: O ân bulunduğum mekâna ve oraya getirdiğim bilincin farkında olacağıma, sorumluluğunu üstlendiğim her neyse boşvermişliğin hiçbir çeşidi ile onu geçiştirmeyeceğime dair söz verdim.
 Bu bilinci ('mış gibi' olmamak) koruyamamanın derininde elbetteki insanın yetişme tarzı, aile, çevre ve bulunduğu sosyal ortamın payı vardır ama bir pay da muhayyilesi sönük kalmış köhne zihinlerimizin olabilitesi sarsıyor aklımın ince kıvrımlarını. 'Mış Gibi' Yaşamların en aza indiği, her bir insanın kurmuş olduğu iletişimde "İnsan İnsana" düsturunu mukannen bir şekilde benimsediği bir Türkiye hâyal edeceğim. 
Keyifle okuyup güzel notlar aldığım bir serüvendi. Tavsiye ediyor ve keyifli okumalar diliyorum :)