6 Aralık 2020 Pazar

Tavsiye Kitap: "Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım"

 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "Çocuklarımıza Allah'ı Nasıl Anlatalım". Prof. Dr. Mehmet Emin Ay'a bu güzel ve faydalı eseri zihin dünyama kazandırdığı için teşekkürü borç bilirim. 

Kitabın isminden de anlayacağınız üzere konu güzel ve ehemmiyeti açısından tartışmasız öncelik isteyen bir konu. Bu yüzden kitabı başta ebeveynler ve ardından tüm eğitimcilere (özellikle okul öncesi öğretmenlerine) tavsiye etmekle sözlerime başlayacağım.

Muhtevası açısından kitaba bakacak olursak detaylara girmeden biraz spoiler vereceğim. Yazarımız, çocuğa din eğitimi vermeden önce çocuğu tanımanın, onun gelişim safhalarını ve bu dönemlerin fiziksel, zihinsel ve duygusal gelişimleri hakkında detaylı bilgiler vermektedir. Örnek verecek olursak 4-6 yaş arası çocuklarda daha çok egosantrik duygular tesir etmektedir. Bu yaştaki çocuğun din ile olan bağı da egosantriktir. Yani dua ederken bile, Allah'ı, tıpkı anne babası gibi isteklerini yerine getiren bir varlık olarak algılamaktadır. Yahut 7 yaşına kadar çocuklarda henüz "vicdan" kavramı yerini bulmamıştır. Bu yüzden de çocuk; doğru yanlış, iyi kötü, ceza mükafat veya cennet cehennem gibi kavramları zihin dünyasında oturtamaz. 7 yaşına kadar vicdan duygusu yerleşmeyen çocuğa "Allah korkusu"nu yoğun bir şekilde vermek son derece yanlış bir güzargahtır. Zira Allah'ı sevmezden önce ona korkuyla bağlanması, kalıcı ve nitelikli bir bağlanma oluşturmaz.

Özetle kitabın ilk yarısı, çocuklara Allah inancı ve dini eğitimi vermeden önce onları tanımanın, pedagojik olarak gelişim psikolojisini göz önünde bulundurmanın önemini vurgular.

Kitapta çocuklara verilen yanlış din eğitimi üzerinde de durulmaktadır. Ebeveynlerin veya aile büyüklerinin bazen iyi niyetle fakat bilinçsizce vermiş oldukları dini eğitim, çocukların ileriki yaşlarda dini kimliklerini oldukça olumsuz etkilediği göz ardı edilmemelidir. Çocuğa, yanlış zamanda ve sınırsızca verilen "Allah korkusu, cehennem azabı" gibi kavramlar, çocuğun ruhunda dine karşı açılan bir kara deliğe dönüşebilir. Çocukların hareketlerini kısıtlamak, yaramazlıklarına son vermek veya onları kontrol altında tutmak, "Allah çarpar, Allah kızar, Allah cezalandırır" şeklinde caydırmaya çalışmak son derece yanlıştır. Allah'ın cezalandırmasından önce O'nun kullarını ne kadar çok sevdiği, merhamet ettiği ve envai çeşit rızıklar sunduğunu öğretmek elzemdir.

Son olarak kitapta Allah'a iman öğretiminde temel prensiplerden bahsedilmiştir.
Bu prensipler:
1) Allah sevgisini esas alın. (Sevmediğiniz, korktuğunuz bir varlık ile olan bağınız sağlam değildir. İlk fırsatta, zayıflıkta kopabilir. Severseniz, bağlanırsınız. Sevginiz samimi olursa, bağınız da sağlam olur.

2) Müsamahalı ve Hoşgörülü olun. (Burada bir parantez açma gereği duyuyorum. Çocuklar yaşları ve zihinsel gelişimlerinin seyrine göre bazen Allah veya dini konular ile ilgili sorular sorabilirler. Hatta bazen bu sorular dinen uygun olmayabilir veya yetişkinlerin hoşuna gitmeyebilir. Bu noktada onların çocuk olduğunu ve iyi niyetle öğrenmek maksadıyla sorduğunu göz önünde bulundurup hoşgörülü bir şekilde cevaplamak gerekmektedir.

3)Tedrîcîlik esasına özen gösterin. ( Özellikle dualar konusunda bu ilkeye uymak gerekmektedir.)

4)Yer ve Zaman faktörlerini dikkate alın. ( Bayramlarda, cuma günlerinde ve özel dini günlerde çocuklara ilginiz, sevginiz iki kat daha artmalı. Onlara İslamı sevdirmenin en güzel yollarindan biri de bu özel günlerde dini nitelikli hediyeler almaktır. Ayrıca dini mabedleri de birlikte ziyaret edip güzel anılar biriktirmelerine yardımcı olmak gerekiyor.)

5) İdeal şahsiyetleri örnek gösterin. (Özellikle Peygamberlerin kıssalarını onlara anlatıp, zihinlerinde bir rol model oluşturmalarına izin vermek gerekiyor.)

6) Çocuğunuzun Gönlüne Hitap Edin. (Özellikle egosantrik duyguların yoğun olduğu dönemlerde "dua"yı kendileri için bir sığınak olarak görmelerine müsaade edin.

7) Çocuğunuzun dikkatini etrafındaki eşya ve olaylara yöneltin. (Burası çok önemli. Kâinatı keşfetmeye kendi çevresinden başlıyor çocuk. Evlerinin önündeki elma ağacına, sokak kedilerine, süt veren ineğe, yağmur getiren buluta, geceyi aydınlatan ay'a, ısıtan güneşe vs bakarak bütün bu faydalandığı şeyleri, onun faydalanması için birinin yarattığını, onun da Allah olduğunu söylemekte hicbir yanlış görmüyoruz.)

Zihninize bir iyilik yapıp kitabı okuyabilirsiniz. Keyifli okumalar efendim.

Kübra Karateke


23 Temmuz 2020 Perşembe

TAVSİYE KİTAP: "YENGEÇ KİTAP"

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap: "Yengeç Kitap 'Çocukları Kötü Yetiştirmenin Yolları' ". İsminden de anlayacağımız üzere ezber bozacak nitelikte çocuk eğitimi üzerine yazılmış bir kitap. Kitap hakkında düşüncelerimi paylaşmadan önce kesinlikle bütün ebeveynlere, ebeveyn adaylarına ve eğitimcilere kitabı tavsiye ediyorum. Gönül rahatlığıyla okuyabilirsiniz. Hatta okumazsanız gönlünüz/zihniniz rahatsız olabilir.

Kitapta alışılmışın biraz dışına çıkacak şekilde çocuk eğitimine ilişkin ipuçları verilmektedir. Yazar, nasıl kötü, yalancı, duygusuz, cimri, dedikoducu, tembel, korkak, vasıfsız vs. çocuklar yetiştirebilirizi anlatmakla kalmıyor hayatın içinden çok bilindik, sıklıkla gördüğümüz örnek olaylardan da bahsediyor. Bizlere masum ve zararsız gibi görünen  şeyler, çocuk eğitiminde dönüm noktası olabilecek nitelikte önem arz edebilir. Bunun açık ve anlaşılır örneklerine kitapta çok sık rastlayacaksınız.

Yine en önemli konulardan biri de ki kitabın ana felsefesidir; Çocuk yetiştirmek istiyorsak öncelikle işe kendimizden başlamalıyız. Zira çocukları sözlerimizle değil, davranışlarımızla eğitiyoruz. Çocuğunuzun nasıl bir karaktere sahip olmasını istiyorsanız bunu öncelikle siz kendinizde bulundurmalısınız. "Armut dibine düşer" atasözünü yerinde kullanmak isteriz.

Unutulmamalıdır ki çocukların hafızalarında kalıcı olarak iz bırakan şeyler söylemleriniz değil, eylemlerinizdir. Sevgili ebeveynler, "Şunu yap!" ,"Yalan söyleme!" , "Kitap oku!", "Yemek seçme!" , "Sigara içme!", "Telefonu, bilgisayarı kapat artık!" gibi samimiyetsiz ve hiçbir eğitici yönü olmayan vasıfsız cümleler kurmak yerine, "Telefonları bırakalım da birlikte kitap okuyalım" gibi örnek, rol model kokan cümleler ve eylemler ile çocuklarımızın hayatlarına kaliteli dokunuşlar yapalım derim.
Siz değişirseniz onlar da istediğiniz yönde değişir. Görmek istediğiniz değişim için, kendinizden başlamayı unutmayın.

Not: Beni bu kitapla buluşturan, kitabı bana tavsiye eden kaliteli okura buradan teşekkür ediyor, keyifli okumalar diliyorum.😌


2 Nisan 2020 Perşembe

Tavsiye Film : " ARKADAŞIMIN EVİ NEREDE?"

 1987, İran yapımı bir film.  Filmden, biraz spoiler barındıracak şekilde bahsetmek isterim.

 🌼İran'da bir köy okulunda iki farklı köyden olan iki çocuk sıra arkadaşıdır. Öğrencilerinin ödevlerini defterlerine yapmaları konusunda hassas olan öğretmenin, Muhammed Rıza'yı, ödevini defterine yapması konusunda son uyarısı ile başlıyor film.

🌼 Ahmet,  yanlışlıkla Muhammed Rıza'nın defterini de kendi çantasına koyduğunu eve gelip ödevini yapmak için çantasına baktığında fark eder. Annesine defalarca durumu izah edip, diğer köye gidip Muhammed Rıza'ya defterini vermesi gerektiğini söylese de annesi onun ne demek istediğini anlamadan azarlar. Güç bela anladığında da diğer köye, arkadaşının defterini vermeye gitmesi için Ahmet'e izin vermez.

🌼 Ahmet bir yolunu bulup, hiç bilmediği diğer köye yani Muhammed Rıza'nın köyüne defteri götürmeye gider. İki defa iki köy arasında koşturup hiç bıkmadan doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapar. 

🌼Filmi izlerken düşündüm de; arkadaşlığı, dostluğu, fedakârlığı, merhameti ve sevgiyi çocuklara öğretmek yerine bunları onlardan öğrenmeliyiz. Böylesi daha gerçekçi.

🌼Filmde dikkatimi çeken çok önemli iki sahneyi belirtmek isterim. Kapitalist düzenin getirmiş olduğu yenilikler, köyleri es geçmemiş ve köydeki ev haneleri artık tahta kapı, pencere yerine demir kapı ve pencere yaptırıyorlar.

🌼Demir kapı yapan adam, Ahmet'in elinde duran ve arkadaşının olan defteri ondan zorla alıp içinden bir yaprak kopartıyor.

 🌼Tahta kapı yapan yaşlı adam ise Ahmet'in, Muhammed Rıza'yı bulmasına yardımcı oluyor. Ve arkadaşının defterinin arasına bırakması için ona bir çiçek veriyor.

🌼Biri demir kapılar yaparak hânelerin daha güvenli olacağını söylerken, izinsiz bir çocuğun defterinden yaprak kopartabiliyor. Bir diğeri ise sert rüzgârlarla açılabilen tahtadan kapılar yaparken, bir çocuğun defterinin arasına çiçek bırakıyor.

🌼 Şimdi sorum şu: Hangi kapı insanı daha iyi korur?


31 Mart 2020 Salı

TAVSİYE FİLM: THE PLATFORM

"Üç tür insan vardır.
Yukarıdakiler.
Aşağıdakiler
Ve düşenler..."

  Böyle başlıyor "The Platform" filmi. İzlerken her dakikası insan ruhu için ders alınması gereken ibretlik anlar gibi duruyor. Film hakkında biraz spoiler barındıracak şekilde konuşmak isterim.

  "Delik" denilen ve 303 kat olan bir platformda insanları 2'şer grupar hâlinde tutan bir sistem ve her gün sadece bir kez yukarıdan aşağıya doğru bir platform üzerinde gelen çeşit çeşit yemekler.. Her katta belli bir süre duran bu yemek platformu ne yazık ki insanın gözünü doyurmaya yetecek kadar yemek barındırmıyor. Ve maalesef daha platformu yarılamadan sofra boşalıyor. Ve aşağı katlarda olan insanlar, yukarıdakilerin aç gözlülüğü yüzünden ölüyor, öldürüyorlar. Filmde, gerçek hayatta da bizi düşündürmesi gereken şu replik geçiyor:

  "-Herkes sadece ihtiyacı olanı yeseydi en alt katlara kadar inerdi."

  Zihin merceklerimizi The Platform'un üzerinden çekip biraz da gerçek dünyamıza bakacak olursak, doğada bütün insanlara yetecek kadar rızık var. Sadece birilerinin aç gözlülüğü, alt katlara da yiyeceğin ulaşmasını engelliyor.

  Yu Hua, "Yaşamak" adlı kitabında şöyle der: "Eğer hepimiz birer lokma az yersek, onu da doyurabiliriz."


  Aç gözlü olmak, sınırlı kapasitede yemek alan aciz bedenimize zarar verip bir de "insanlığımızı" elimizden alır.
Başka neyimiz kalır ki?


 
  Kur'an'da, insanoğlunun elindekini paylaşmayarak; "insanlığını" kaybetmesinin önüne geçmek için birçok uyarı yer almaktadır.
Onlardan biri de Ali İmran Sûresi 92. ayettir:


" (Size gelince ey müminler,) kendiniz için özenle ayırdığınız şeylerden başkaları için harcamadıkça gerçek erdeme ulaşmış olamazsınız; ve her ne harcarsanız kuşkusuz, Allah ondan tamamiyle haberdardır."  (Ali İmran- 92)


22 Mart 2020 Pazar

Tavsiye Kitap: Veronika Ölmek İstiyor

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "Veronika Ölmek İstiyor". Paulo Coelho'nun okuduğum ikinci kitabı. İlk okuduğum ve üzerinden çok uzun zaman geçtiği için tekrar okuyacağım kitabı "Simyacı". Kitap hakkında spoiler verecek şekilde biraz konuşmak isterim.

  Veronika, 24 yaşında hayatının baharında intihar girişiminde bulunan ve daha sonra da yoğun bir çaba sonucunda kurtarılan genç bir kız. Kurtarıldıktan sonra bulunduğu kentin akıl hastanesi olan Villete'e gözlem altında tutulur. Bu sırada Doktor Igor , yeni bir tez üzerinde çalışmaktadır ve insanların yaşamda duydukları acılarla baş edebilmenin tek yolunun, "yaşam" ve "ölüm" bilincine sahip olabilmeleri kanaatindedir. İntihar etmiş bir insanın başarısız girişimin ardından tekrar intihar etmesi oldukça sık görülen bir durumdur. Bu nedenle Dr. Igor, Veronika'yı üzerinde çalıştığı tez ile iyileştirmek istemiştir. Böylece Veronika'ya intihar girisiminden sonra kalbinin çok kötü durumda olduğunu ve en fazla 1 hafta ömrünün kaldığını söyler. Dr. Igor'a göre: "Ölüm bilinci bizi daha yoğun yaşamaya yöneltir." Gerçekten de öyle oluyor. Bu deney sonucunda hem Veronika hem de diğer hastalar kendi yaşamlarını sorguluyor ve ölüm bilinci, yaşama bilincini de tetikliyor. Bu deney sayesinde akıl hastanesindeki herkes yaşamını sorgulamaya başlıyor.

  Kitaptan biraz uzaklaşıp zihin merceklerimizi kendimize tutalım. Yaşamı ve onun ayrılmaz bir parçası, ikiz kardeşi olan ölümü düşünelim. Yaşama gözlerimizi açtığımız andan itibaren saatlerimiz ölüme ayarlanıyor. Ve şairin de dediği gibi: "Ölüm, hepimiz senin için yaşıyoruz." Öyle ya da böyle bir gün ölümümüze ayarlanan saatimiz çalacak. Bu kaçınılmaz bir gerçek. Şöyle bir düşünecek olursak önemli olan yolu bitirmek değildir. Zira yol muhakkak bitiyor. Mühim olan yolu nasıl bitirdiğimiz değil midir? "Nasıl?" bilincinin oluşabilmesi için de insan "yaşamının anlamını" keşfetmek durumundadır. Ne için yaşadığının bir önemi yoksa "nasıl?" bilinci de oluşmaz. Nasıl bilinci oluşmazsa, tıpkı Veronika gibi ölüme ayarlanmış olan saatini beklemeden yaşamına son verebilir insan.

  Tabiat, Güneş, gezegenler, hayvan ve insanlara yaşam ağında bir görev biçilmiştir. Her şey kendi yapısına uygun işler yaparak bu devasa yaşam ağında bir anlam kazanır. İnsan da kendi yaşamının anlamını, yaşama ve ölüm bilincini düşünüp, keşfetmeli. Herkesin ölüm saati çalmadan yaşamının anlamını bulup, kendi yapısına uygun işler yapabilmesi temennisiyle. Kitabı tavsiye ediyorum. Keyifli okumalar 😊

19 Mart 2020 Perşembe

TAVSİYE KİTAP : MOMO

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, MOMO. Bir çocuk masal-romanı gibi dursa da aslında biz yetişkinlerin de okuyup üzerinde düşünmesi lazım gelen bir serüven. Zira zamanı kullanma konusunda sınıfta kalan biz yetişkinleri, bu konuda biraz düşünmeye teşvik ediyor. Benim de kitabın sayfaları arasında seyir alırken sık sık durup düşünme, sorgulama fırsatım oldu tabii. Kitap hakkında spoiler vermeyeceğim herkesin okumasını tavsiye ediyorum. Fakat kitabı okurken "zaman" konusunda zihnimi meşgul eden birkaç noktaya soru sorarak değinmek isterim:


 ⏳ Sadece bize ait olan ve biz istemedikçe kimsenin (yaratılanlar) bizden alamayacağı bir mücevher olan "zamanımızı" istediğimiz gibi kullanabiliyor muyuz?

⏳Zamandan tasarruf edelim derken vicdan, değerler ve nitelikten mi kısıyoruz?

⏳ Biz mi zamanımızı yönetiyoruz yoksa zaman mı bizi yönetiyor?

 ⏳Zamanımızı anlamlı, verimli ve hissederek kullanabiliyor muyuz?

 ⏳ Zamandan tasarruf edelim derken acaba hayatı ıskalıyor ve biraz hızlı mı yaşıyoruz?

 ⏳ Zaman ayırdığımız şeyler gerçekten de bizim için faydalı mı?


 ⏳ Zaman sahibi olmanın bilincinde miyiz? Çünkü bu zaman bir gün son bulacak. Zaman çizelgemiz sona yaklaşmadan, onun önemini kavrayabilecek bilinç, cesaret ve feraset diliyorum.


22 Şubat 2020 Cumartesi

TAVSİYE KİTAP: İDEAL ÖĞRETMEN / GRIGORY PETROV

  Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "İdeal Öğretmen"..
"Beyaz Zambaklar Ülkesinde" kitabıyla zihin dünyamda zaten yer edinmiş olan Grigory Petrov'un yazdığı bu kitapta gerçek bir hikâyeyi farklı boyutlarda ele alışına tanık olacaksınız. Kısa ama muhtevası derin bir kitap. Spoiler içerecek şekilde biraz kitaptan bahsetmek isterim.

  Kitapta, Moskova Üniversitesi'nde Matematik Profesörü olan ve bir gün beklenmedik bir şekilde görevinden istifa edip kendi köyündeki ilkokulda öğretmenlik yapacağı kararını veren S. A. Raçinski'nin şaşırtıcı, idealist ve kararlı yaşamı anlatılmaktadır. Meslektaşlarının ve yakın çevresinin tüm ısrarına rağmen Raçinski, bu kararından vazgeçmiyor ve bunu yerine getiriyor. Onun böyle bir karar almasının altında yatan sebepleri kendi ağzından aktarmak daha yerinde olacaktır: 

"Beyler! Hata ediyorsunuz! Ben sizin sandığınız gibi, engin bilgilerimi ve büyük yeteneğimi fırlatıp uçuruma atmaya gitmiyorum. Ben bu bilgilerimle halkın arasında gizli kalmış yeni yetenekleri keşfetmeye, onları bulup çıkarmaya gidiyorum. Hepiniz çok iyi bilirsiniz ki, toprağın altından petrol çıkarmak isteyenler, yeryüzünü delerler. Bazen de bu işi yaparken çok derinlere kadar inerler. Bu amaç uğrunda çok paralar, çok emekler harcarlar... İşte ben bugün, milletin ruhunun derinliklerinde binlerce yıllardan beri gizli kalmış olan büyük yetenekleri bulup ortaya çıkarmak için köylere gidiyorum."

  Raçinski gerçekten de söylediği gibi yapıyor ve gittiği bu köy okulunda keşfedilmeyi bekleyen bir sürü işlenmemiş maden buluyor. Bu çocukların yeteneklerini erken yaşta keşfedip onları doğru bir şekilde yönlendirerek topluma çok büyük değerler, önemli şahsiyetler yetiştiriyor. Tabanı eğitimsiz kalan her bir yapının önünde sonunda bozulup çürüyeceğini ön gören bu öğretmen, tavandan tabana inerek, inşa edilmesi gereken her ne varsa "eğitim" temelinin üzerine inşasını zihinlere bir güzel fısıldıyor. Bildiklerini teoride bırakmıyor. Aktif bir şekilde bizzat kendisi uygulayarak  başta kendi ideallerinin  sonra da birçok insanın kahramanı oluyor. 

  Kitabı öncelikle bütün eğitimci arkadaşlarıma tavsiye ediyor sonra da Raçinski'nin hikâyesini merak eden herkesin bir göz atmasını öneriyorum. 

Keyifli okumalar 😊


30 Ocak 2020 Perşembe

Tavsiye Kitap: Beş Sevgi Dili / Gary Chapman

Vee 2020'de bitirdiğim bir başka kitap, "Beş Sevgi Dili" / Gary Chapman. Bazı kitaplar vardır hayat kurtarır. Maslow'un "ihtiyaçlar hiyerarşisindeki" temel (fizyolojik) ihtiyaçları karşılayan ekmek gibi, su gibidir...  Bu kitabı da öyle tanımlayabilirim. Soluksuz bir şekilde hiç ara vermeden okuyabileceğiniz nitelikte bir eser. Böyle bir tohumu zihin dünyamıza eken Dr. Gary Chapman'a hayat boyu müteşekkir olacağımı düşünüyorum. Zira muhtevasının ehemmiyetiyle kitap hâlâ zihnimin her bir köşesini meşgul ediyor.

Kitap, insanlarda belirgin olarak beş sevgi dilinin olduğundan bahseder. Bu sevgi dillerinin baskınlık ölçüsü her insanda farklıdır. Peki nedir bu beş sevgi dili?

1) Onaylayıcı Sözler
2) Kaliteli Zaman
3) Hediye Alma
4) Hizmet Eylemleri
5) Fiziksel Temas

Bu beş sevgi dili de her insanda mevcuttur. Ama içlerinden bir veya iki tanesi  daha baskındır. Doğal olarak kendimizde baskın olan sevgi dilimizle bize yaklaşıldıkça sevildiğimizi anlayabiliriz. Böylece sevgi depolarımız dolup taşar. Belki de sorun sevilmiyor oluşmuzda değil, yanlış sevgi diliyle sevildiğimizdedir. Ne dersiniz??

 Birincil baskın sevgi dillerinin yanı sıra eşlerinin, çocuklarının veya dostlarının birincil sevgi dilleriyle onlara sevgilerini gösterebilmek için her insanın ikinci bir sevgi dilini öğrenmesi gerekmektedir. Eğer kendi birincil sevgi dili dışında karşıdaki insanın baskın sevgi dilini de öğrenmeyi seçerse, "SENİ SENİN DİLİNDE SEVİYORUM. SENİN İÇİN BANA YABANCI BİR DİL GİBİ GÖRÜNEN SENİN SEVGİ DİLİNİ ÖĞRENİYORUM." demek istemiştir. İşte burada da o meşhur sözü alıntılamak isterim "Sevgi emekti.."

Birini sevmek, sevgini ona göstermek tıpkı yabancı bir dil öğrenmek gibiymiş. Öyle anlatıyor kitabında Dr. Chapman. Bu çok zahmetli ve yorucu olabilir. Olmalıdır da. Çünkü gerçekten sevgi emek ister, zaman ister, fedakârlık ister, su ister, güneş ister, ilgi ister. İşte o zaman ektiğiniz sevgi tohumları büyüyüp bir ağaç olduğunda gölgesinde serinleyebilirsiniz. Mevsimler geçse de ağaç yapraklarını dökse de tekrar dirilecek ve yeşerecektir. Sonuç olarak o ağaç hep orda sırtınızı yasladığınız yerde duracaktır. Bu yüzden sevgiye emek ve zaman harcayın. "Aşık olmak" gibi illüzyonlara takılıp sevgi depolarınızı boş bırakmayın.

Kitabı kesinlikle tavsiye ediyorum.  Evli olup mutlu bir yuvaya sahip olanlar mutluluklarına mutluluk katabilirler. Veya evliliğinin artık çıkmaz sokakta olduğunu düşünenlere bir umut niteliğinde ışık  da tutabilir. Yahut henüz evlenmemiş ve evleneceği insanı seçme aşamasında olan herkese tavsiye ediyorum. Hatta durun! Sevmek ve sevilmek için bir adım atmak isteyen herkese sevgi dilini tavsiye ediyorum.  
Keyifli Okumalar

Kübra Değirmenci

5 Ocak 2020 Pazar

TAVSİYE KİTAP: İNSAN İNSANA / DOĞAN CÜCELOĞLU

Vee 2020'de bitirdiğim ilk kitap:
 "İnsan İnsana". Doğan Cüceloğlu'nun kaleminden düşen bu güzel eseri zihin tarlama ektiğim için oldukça verimli bir hasat zamanı geçireceğimin tahayyülü içerisindeyim.
 ➡İnsan'ın insancıl (eşit, anlaşılır, doğal, çözümleyici, adil, özgür) bir şekilde iletişim becerilerini geliştirmesi üzerine kaleme alınmış bu kitabın içeriğinden bahsetmeden önce "neden bu kitabı okumalıyız?" sorusuna kitabın yazarından bir alıntı ile cevap vermek istiyorum: "Bir insanın ilişkilerinin niteliği, o insanın yaşamının kalitesini belirler. İlişki sorunları, gerçekte iletişim yani düşünce alışverişi sorunlarıdır ve yaşamın değişik yönlerinde kendini gösterir."(syf:14)  Bu cümleye, kulak asmamak yerine kulak vermeyi denemekte oldukça fayda görüyorum. Çünkü bir insan, dünyaya gözlerini açtığı ilk andan itibaren devasa bir iletişim ağına düşmüştür. Ve doğumuyla beraber artık iletişim kaçınılmaz bir şeydir. Birey önce kendisiyle sağlıklı bir iletişim kurabilmelidir. Kendisini tam anlamıyla tanıyıp, kendisine dönük olan bakışını hem öznel hem de nesnel bir zeminde inceleyip kendisini değerlendirebilmelidir. Bu sayede benlik bilincini kazanmış bireyler kendilerini tanıdıkça, ne istediğini bildikçe kendinden emin bir şekilde harekete geçer ve isteklerini net bir zemine oturtabilir. Bu kitapta; iletişim kuran kişilerin kendi bildiğini, bildiği üslupla dile getirmesinden doğan "iletişim kazaları"nın nedenlerine dönük incelemeler yapılmıştır. İnsan insana'dan kasıt da sanıyorum ki, İletisime geçtiğimiz her insanla(anne-baba, çocuk, eş, arkadaş, patron, işçi, politikacı, vatandaş, memur vs.) her anlamda eşit, saygın, adil, özgür birer insan olarak etkileşim kurmamızdır.
 ➡İletişimde 3 tür yaklaşımdan bahseder yazar. Bunlar; Kabullenme, Reddetme ve Umursamama. Üçüncüsünün yani Umursamama'nın verdiği hasar en kötüsüdür. Çünkü kabul ve red, karşıdakinin bir insan olarak varlığını kabul ettiğinin göstergesidir. "Seni sevmiyorum veya senden nefret ediyorum" (reddetme) cümlelerinin vermiş olduğu yıkım ile; cevap vermemek, görmezden gelmek, konuyu değiştirmek (umursamamak) gibi yaklaşımların vermiş olduğu yıkım bir olamaz. Çünkü ikincisi yani umursanmamak, yok sayılmak, muhatabın nezdinde yok sayılmak daha büyük hasar bırakır insanın benliğine.

Yine kitapta ilgi merceğimi üzerine çeken şöyle bir tanımlama yapılmıştır: "Kaynak birimin gönderdiği mesajla, hedef birimin aldığı mesaj arasında bir fark varsa, bu farka "gürültü"adı verilir."(syf:78)
Ardından 3 tür gürültü olduğundan bahseder Doğan hoca. Bunlar; 
1)Fiziksel Gürültü: Çevredeki gürültüden  ötürü karşıdakini duymamak.
2)Nörofizyolojik Gürültü: İşitme bozukluğundan kaynaklanan bir tür gürültü.
3)Psikolojik Gürültü: Bu da insanın o an içinde bulunduğu duygu durumu, tutum, düşünce, yaşayış, kültür, değerlerin; karşıdakinin söylediklerinin olduğu gibi anlaşılmasına engel olduğu veya başka anlaşılmasına yol açtığı gürültü türüdür. Bu en tehlikeli gürültüdür. "İletişim kazaları"nın çoğunun mesnedi psikolojik gürültüdür. Biraz etrafımıza bakacak olursak ne çok psikolojik gürültü var değil mi?

Yine bana göre kitapta dünyanın en değerli hazinelerinden daha değerli bir bilgi yer alır o da 'aktif dinleme'dir. Şöyle bahsi geçer: "Geri-iletim kullanarak dinlemenin, anlamaya o denli büyük katkısı vardır ki, bu tür davranışa, iletişim uzmanları bir terim bulmuşlardır: aktif dinleme."(syf:184) devamında aktif dinlemenin en önemli faydasından bahseder: "Bu yararlardan en büyüğü, kişinin yüzeysel ilişkiler yerine, daha derin ve doyurucu ilişkiler kurabilme olasılığının artmış olmasıdır."(syf:184)

 ➡Kitabı okurken sonlara doğru geldiğimde bir bölüm var ki okumakta güçlük çektim. İçimde bir yerler sızladı ve sanki bir kor ateş içinize düşer de boğazınız düğümlendiği için onun dumanını dışarıya akıtamazsınız. Beni bu denli üzen şey; hakikatlerdir. Okurken rahatsız olduğum bölüm; "Özgürlükçü Çağdaş Anlayış" ile "Geleneksel Otoriter Kültürü"nün baskın gelen bazı temel boyutlarının karşılaştırıldığı kısım. Rahatsız olmamın sebebi Doğan hocanın tespitlerinin yanlış veya asılsız olduğunu düşünmem değil. Bilakis tespitlerin doğru oluşundan ötürü İslam dini adına üzüldüm. Geleneksel Otoriter Kültürünün, kendi ideolojilerinin, kendi kültürlerinin, kendi istek ve arzularının mesnedi olarak "İslam Dini"ni seçmeleri, bu dine yapılabilecek en kötü şeydir. Ne söylemek istediğimde buluşmamız gerekirse: Arap kültürü veya İslam'ın uğradığı her coğrafyadaki kültürleri toplayıp kendi içinde sentezlemek, Allah'ın indirmiş olduğu saf, katıksız İslam dini demek değildir. Maalesef geçmişte olduğu gibi günümüzde de insanlar, kendi düşünce dünyalarının meşruluğunu göstermek için dini(sadece islam dininde değil bütün dinlerde), düşüncelerine mesned olarak görmek için ilk hâlinden saptırıp yozlaştırabilmişlerdir.
Aliya İzzet Begoviç'in sloganı ile kitap kritiğimi bitirmek isterim: "Hedefimiz, Müslümanların İslamlaşması."
Kitabı okumanızı tavsiye ediyorum.

Kübra Değirmenci